(Son Güncelleme: 01.09.2023) Paris şehir merkezi 100 küsür kilometre karelik küçücük bir yer. Hal böyle olunca herkesin oraya yığılıp üst üste yaşaması mümkün olmuyor, Paris’in hemen yanı başında, birbirinden güzel banliyölerden birini seçip orada yaşama şansınız her zaman var. Fikir vermesi açısından bu yazıda sizlere Paris çevresinde yaşanabilecek örnek mahallelerden biri olan Courbevoie‘dan söz etmek istiyorum.
Peki neden Courbevoie? Anlatayım efendim: Bundan 2012 öncesinde “Courbevoie nerededir?” diye sorsalar, bırakın cevap vermeyi, ne olduğunu bile anlamaz, bu sözcüğü telaffuz bile edemezdim. Ama hayat çok garip oyunlar oynuyor insana; bir gün kendini, daha önce nerede olduğunu bile bilmediğin, hatta adını bile söyleyemediğin yerde buluveriyorsun.

Paris’e yerleşme kararı aldığımızda, elbette ki en önemli konulardan biri, yaşamak için güzel bir bölge seçmek ve uygun bir ev bulmaktı haliyle. İlk heves emlak arama sitelerine dalıp cahil cahil périphérique içinde evler bakınmıştım. İstanbul’daki yaşam standartlarımızı aynı tutmak şartıyla, daha önce oturduğumuz ev büyüklüğünü %50 küçültmeye razı gelsek bile beğendiğim evler bütçemizi epey bir aşıyordu, bütçemize uygun evlerse yaşanacak gibi değildi.
Tabii bu süreçte internet üzerinden Fransa’da kiralık ev bulma ve hatta satın alma konusunda epey bir bilgi sahibi olduktan sonra bu linkteki yazıyı hazırladım, dilerseniz onu da okuyabilirsiniz. Her neyse, ben böyle teorik teorik araştırmalarıma devam ederken şirketin kendi evimizi bulana kadar bize üç aylığına ücretsiz lojman vermesi ile La Défense‘ın hemen yanı başındaki bu güzel mahalleden haberdar olduk! Sonra başladım google maps ile sokaklarında dolaşmaya. Uzaktan bakınca fena bir yere benzemiyordu.

Paris’e yerleşmek için gelip de o minik lojmanda uyandığım ilk sabahı unutamam. Sevdiklerimden ayrılmak çok zor olmuştu belki ama nasıl bir sabahtıysa artık, sanki İstanbul’da hiç hayatım olmamış da hep Paris’te yaşamışım gibi uyanmıştım o güne. Bunda Courbevoie’nın da etkisi büyük…
Courbevoie Paris’in hemen yanıbaşındaki bir banliyö aslında. Courbevoie yazılıyor ama “kurbövua hatta kuğbövua” diye okunuyor. Niyeyse bana hep kurbağayı, oradan da “Kurbağalıdere”yi çağrıştırıyor, çağrıştırdıkça da kendi kendime gülüyorum 🙂 Kurbağalıdere’miz yok ama hemen yanıbaşında Seine Nehri var 😉

Courbevoie Paris’in merkezine toplu taşıma ile 10-15 dakika mesafede bir yerde. Zaten La Défense‘ın yanı başında hemen. Hal böyle olunca da metro (Ligne 1), RER (RER-A), belediye otobüsü, tramvay (T2) ve banliyö treni (Ligne L) olmak üzere bütün ulaşım hatlarının kesiştiği bir noktada; dolayısıyla istediğiniz zaman istediğiniz yere kolayca ulaşabiliyorsunuz. Hatta Paris’in İETT’si olan RATP hızını alamamış, Grand Paris Projesi kapsamında şimdi de RER-E’yi Gare Saint Lazare‘dan uzatarak Courbevoie’ya, daha doğrusu La Défense‘a bağlamak üzere çalışmalara devam ediyor. İleride hayat daha güzel olacak ama 2017 başında başlayan inşaat çalışmalarının banliyönün güzelliğine biraz sekte uğrattığını da söylemem gerekiyor. Sanırım çalışmalar 2025’e sarkacak.
Sonuç olarak Courbevoie, tıpkı çocukluğumun Koşuyolu’su gibi “Kadıköy’e 10 dakika mesafede” bir yer; yani Paris koşullarında Champs-Elysées‘ye 10-15 dakika… Yürüyerek sağa sola gidip ihtiyaçlarını karşılayabildiğin, kendi hallinde sessiz sakin, nezih insanların yaşadığı, huzurlu ve keyifli bir semt. Hatta artık Koşuyolu’nda hızla tükenen bu güzellikleri yıllar sonra gelip Courbevoie’da bulmak nasıl da iyi geldi bana.

Ah İstanbul’a gelişlerimden birinde, Koşuyolu’ndaki tek manolya ağacının kesilmiş olduğunu gördüğümde yaşadığım acıyı bir bilebilseniz… Buradaysa mevcut ağaçlar yetmezmiş gibi sürekli olarak yeni ağaç dikiyorlar; çınar ağaçları, at kestaneleri…
İşte Courbevoie’de buldum ben, bir zamanlar İstanbul’da olup da artık kaybettiğim yaşamın güzelliklerini. Kibar ve saygılı insanlar, neşeyle parklarda bahçelerde oynayan çocuklar. Mütevazı ama şık dükkanlar, güzel evler, güzel sokaklar; kısacası yaşanılası bir hayat.

Kimi bölümü tarihi ve eski, kimi bölümü yeniden projelendirilmiş, her detayı düşünülmüş çağdaş bir yer Courbevoie. Merkez olan Coeur Ville, La Défense‘a bağlanan Gambetta, en doğu tarafta bulunan, çok daha parizyen bir havası olan Bécon ve buranın Batı Ataşehir’i diyebileceğimiz, Grande Arche‘ın arka tarafında bulunan yeni yerleşim bölgesi Faubourg de l’Arche olmak üzere dört mahallesi bulunuyor.
Courbevoie Paris’in içinde gibi görünüyor olsa da teknik olarak Paris’e bağlı değil; zaten Paris dediğimiz yer toplamda Üsküdar’la Kadıköy’ün birleşimi kadar küçücük bir yer. Yetkililer bu yanlışı görmüş olacak ki 2015 başında hayata geçirilen Grand Paris Projesi ile zaman içinde Courbevoie da Paris sınırları içinde olacak ama şimdilik Hauts-de-Seine departmanına bağlı ve “ville” olarak geçiyor, yani teorik olarak başlıbaşına bir il, İstanbul ölçeğinde düşünecek olursak da -bana göre- bir ilçe. Nasıl ki vaktiyle Parc de la Villette‘in bulunduğu Villette 1850’lerde Paris 20 arrondissement‘a çıkınca, eskiden bir köyken sonra Paris’in merkezi kabul edilmeye başlanmışsa, Courbevoie gibi şu an Paris’in çevre halkasında bulunan tüm banliyöler de merkez kabul edilecek zamanla. Fransızlar henüz bunun farkında değiller ama bir İstabullu olarak bunu görmek çok kolay.

Dediğim gibi hali hazırda Courbevoie bir il ve dolayısıyla kendi yönetim birimi, belediyesi şusu busu, her şeyi mevcut. Zaten Fransa’da irili ufaklı bütün ville‘ler için geçerli bu. Courbevoie da nitelikli ville‘ler arasında yer alıyor ve küçük bir alanı kapsamasına rağmen ne ararsanız var.
Benim en sevdiğim bölümü, on yıl boyunca yaşadığım evimin hemen yanıbaşındaki küçük bir meydan olan Place Charras (plas şaras ya da plas şağas). Paris’te en sevdiğim meydanlar arasında yer alması sadece güzel olmasına değil kendisiyle kurduğum duygusal bağa dayanıyor. Öyle ki buraya ilk yerleştiğimizde Place Charras’ı o kadar sevmiştim ki, o zaman için Paris’te -neredeyse- en sevdiğim meydan oluvermişti 🙂

Tabii bu nesnel bir değerlendirme değil, tamamen kişisel nedenlerden kaynaklanıyor. Yoksa sakın kalkıp burayı görmeye gelmeyin; sadece yolunuz buradan geçerse çevrenize bakıp bana bir selam gönderiverin…
Elbette ki ilk lojmanımız burada olmasaydı Courbevoie diye bir yerin varlığından belki haberimiz bile olmayacaktı ama dediğim gibi kader ağlarını ördü, biz Paris’te ilk olarak buraya yerleştik ve yerleştiğim andan itibaren de yaşadığım yeri çok sevdim.

Kiralık ev bulmak için üç ayımız vardı ve ben bu süreçte bir yandan Paris’i keşfediyor, bir yandan da her gün “Paris’te nerede yaşanır, biz nerede yaşayabiliriz?” sorusunun yanıtını arıyordum. Dediğim gibi Paris’in en merkezinde hayalimdeki gibi bir evde yaşamak bütçesel olarak mümkün değildi, bütçemize uygun evler de malum, ben onlara “hamam böcekli evler” diyorum; “Paris’te yaşıyorum” demek için çekilir çile değil 😉
Sonuçta döndük dolaştık, Courbevoie’da karar kıldık ve evimizi yine Courbevoie’da tutarak lojmandan vaktinden önce çıktık. Sonra gerçek hayat başladı; ilk günkü sevincinden ve heyecanından da hiçbir şey kaybetmedi. Burayı o kadar sevdik, o kadar sevdik ki kirada oturmaktansa ev borcu ödemenin daha mantıklı olduğunu fark ederek kısa bir süre sonra kalkıp evimizi yine Courbevoie’dan aldık.

Gerçi en son evimiz Courbevoie’da olmakla birlikte La Défense projesinin bir parçası olduğu için Courbevoie’da değil de “La Défense‘ta oturuyorum” demem daha doğruydu. Sonuçta Avrupa’nın en büyük finans merkezi La Défense‘ın yarısı Puteaux yarısı Courbevoie ville‘leri üzerine kurulu, bizim ev Courbevoie tarafındaydı…
Her gün evden çıkıp, boyu apartmanın altıncı katına kadar uzanan dev at kestanesi ağaçlarının arasından görebildiğim kadarıyla gökyüzüne doğru bakar, şu an burada olmamı sağlayan güç her ne ise ona teşekkür bâbında bir göz kırpardım. Bu huzur, bu yeşillik, bu dinginlik; her şeyin, tüm taşların yerine oturduğu bu varoluşunla barışma hali oldu hep… Bu yüzden sevdim belki de yaşadığım yeri.

Ama hiç şüpheniz olmasın; Paris’in içinde ya da dışında, herhangi başka bir yerine de yerleşmiş olsam, yine aynı duyguları hissederdim sanıyorum. Vizontele’de belediye başkanı der ya hani “yaşadığınız yeri seviyorsanız orası dünyanın en güzel yeridir, dünyanın en güzel yerini sevmezseniz orası dünyanın en güzel yeri değildir” benimki de o hesap işte.
İstanbul’da arabasız yaşayamayan ben, burada aylarca arabasız güzel güzel yaşamaktan mutluydum. Öyle ki alışverişe yine Place Charras’taki Carrefour’da yaptığımız için buraya herkes gibi pazar arabası ile gitme alışkanlığı geliştirdik. Ben küçükken yaşlı teyzeler Koşuyolu’ndaki pazara giderlerdi böyle pazar arabalarıyla.

Pazar arabamı alıp da sokağa her çıkışımda aklıma o günler geliyordu. O alışkanlıkların nasıl bize geçtiğini anlıyor, sanki çocukluk günlerime geri dönmüş gibi hissediyorum. Üstelik sadece ekoseli, düz renkli pazar arabaları görmezsiniz sokakta; örneğin bizimki “Marilyn Monroe”luydu 🙂 Çok seviyordum onu alıp alışverişe çıkmayı. O kadar ki, 2013’ten 2022’ye araba sahibi olmamıza rağmen, arabaya atlayıp bir alışveriş merkezine gidip market alışverişi yapma ihtiyacımız hiç olmadı olmadı.
Özellikle pandemi döneminde, günde 1 saat ve sadece 1 kilometre uzağa gitmeye izinli olduğumuz günlerde, kıyı köşe sokak sokak yeniden keşfettik Courbevoie’yı. Meğer benim bildiğimden çok daha yeşil bir yermiş burası. Zaten o yüzden dört çiçekle ödüllendirilmiş yeşil kentler sıralamasında.

Alıyorumdum pazar arabamı, yemyeşil bir yoldan yemyeşil bir meydana ulaşıp marketime gidiyordum; alışverişimi yapıp tıngır mıngır dönüyordum evime huzur içinde. Başka bir şey değildi belki ama inanın bu büyük bir lükstü işte…
Dediğim gibi Courbevoie, La Défense‘ın hemen dibinde. Orada da Les Quatre Temps ve CNIT alışveriş merkezleri var. Hiç sevmem o aşırı ışıklı ve elektrik yüklü yerleri ama özellikle Pazar günleri hayat kurtarıcı olabiliyor 5-10 dakika yürüyerek oralara ulaşabilmek. Örneğin Paris’i en güzel seyredebileceğiniz otel roof’larından biri olan Skyline Bar & Lounge da iki atım ötemizdeydi.

Fransızca öğrenmek için gittiğim bütün kurslar da ya La Défense‘taydı ya da Courbevoie’da. Hepsine yürüyerek gidebilmek yine büyük lükstü benim için. Kurs çıkışı bir kafede oturup bir şeyler içip saatlerce sohbet edebilmek arkadaşlarla; hem Fransızca hem de İngilizce. “Language exchange” yaptığım arkadaşlarımla da üstüne üstlük bir de Fransızca-Türkçe…
Bir evden çıktığım an, bir eve girerkenki mutluluğum… Tren garından eve yürürken; yürüdüğüm o İstasyon Caddesi‘ni de Göztepe’ye, Erenköy’e benzetirdim hep. Kasabı bakkalı, manavı balıkçısı, pastanesi peynircisi her şeyi mevcut, bir tek Bolulu Hasan Usta’mız eksik sanki 🙂 Ve Place Charras’tan geçerken kafamı sağa çevirdiğim anda gördüğüm Eyfel Kulesi manzarası yok mu, işte o an mutlu oluyordum bir de. “Çok şükür” diyordum, “Paris’teyim”… Gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı; gece ışıl ışıl parıldıyor Eyfel. Tepesindeki ışık dönüyor ya hani deniz feneri gibi, bazen gökyüzünde görüyordum hüzmesini; Candan Erçetin’le birlikte ben de söylüyorum: “ışığım, sana aşığım…“

Bazen Eyfel Kulesi‘ne doğru yokuştan inip Seine Nehri kıyısında yürüyordum, sol tarafta muhteşem bir ada, Île de la Jatte var, sağ tarafta da bir diğer ada, Île de Puteaux; her ikisi de nehrin ortasında birbirinden güzel yemyeşil ada. Köprülerden geçip o yeşil cennetlerde geziniyordum. Onun da ötesi Paris çevresindeki en şık banliyölerden biri olan Neuilly-sur-Seine var, iki adım ötede de muhteşem orman Bois de Boulogne.
Pazarları bir de “tanzim satış” tarzında pazar yeri kurulur Courbevoie’da. Şıkır şıkır kıyafetlerle taze sebze-meyve, şarküteri-et-peynir alışverişi yapan yaşlı teyzeler, bir bakıyorsunuz alışveriş arabalarını köşedeki café-bar tarzı yere dizmişler sıra sıra, oturmuşlar bir masanın çevresinde beyaz şaraplarını içiyorlar öğlen vakti.

Sonra yoğun bakımdan az önce çıkmış gibi her yeri serum deliği, yürümekte güçlük çeken bir yaşlı amca, bar taburesine zar zor tırmanıp söylerdi içkisini bardan. Hayat usul usul akardı bu esnada, ben olanı biteni seyrederdim hayran hayran; katılabildiğim kadarıyla da eşlik ederdim gördüklerime. O yaştaki insanların yaşama azmini görüp hayatı nasıl güzelleştirdiklerini; kendi kendime “yaşamak için ne çok neden var” diyordum.
Hiçbiri yetmezmiş gibi, Paris’te içinden geçmeyi sevdiğim en güzel ara sokak-geçit Promenade Saint Nicolas da Courbevoie’da üstelik. Nasıl desem böyle apartmanların arasında, ağaçlarla kaplı tünel gibi bir yer. Nasıl huzurlu, nasıl güzel. Özellikle Pazar sabahları fırına taze ekmek almaya giderken bu yolu kullanmayı ne çok severdim; her seferinde dönerken çiçekçiye uğramadan da edemezdi . Fransa’da çiçek, ekmek gibi, su gibi yaşamsal bir ihtiyaç…

Yeme-içme konusunda bol seçenek sunan Courbevoie’da en sevdiğim restoran Trattoria d’Angelo. Üstelik, bazen canımız Türk döneri çektiğinde gittiğimiz – bence Paris’teki en güzel dönerci- Dehliz de Courbevoie’da daha ne olsun 🙂
Kültürel anlamda da dolu dolu bir yer Courbevoie. La Défense AVM’lerindeki sayısız sinema salonu yanında belediyenin de bolca sinema salonları var. Ayrıca iki ayrı büyük kültür sanat merkezi bulunuyor, buralarda birbirinden güzel tiyatro, konser, müzikal gösterileri oluyor; orada en son Patricia Kaas‘ı dinlemiştim. Bir de caz kulübü var, daha ne olsun?

Ve istediği an evden çıkıp 15 dakikada Champs-Elysées‘de olabiliyor insan ya da nereyi çekerse canı o gün için…
Seviyorum on yılımı oturduğum Courbevoie’yı, seviyorum on yılımı geçirdiğim Paris’i de. Hiçbirini birbiriyle kıyaslamadan, hepsinin tadını ayrı ayrı çıkararak. On yılın sonunda Courbevoie’daki ev satıldı, yerine Nice‘ten bir ev alındı. Bundan sonrası başka bir hikaye.
Herkese güzel günler, mutlu yaşamlar diliyorum.
Keyifli geziler, keyifli keşifler.
Web Adresi: ville-courbevoie.fr
Adres: 92400 Courbevoie
Paris Çevresindeki Diğer Banliöylerden Örnekler:
9 Yorum
Bu yazınızı yeni görüyorum, bu bolgede oturdugunuzu biliyordum ama bu bolgeyi anlatan yazinizi yeni denk geldim. yeni ziyaretimizde sans eseri evi buradan kiraladik ;)) kisa bir sure komsu olacagiz demek ki ;))
Merhaba Emre Bey,
Gerçekten hoş bir tesadüf olmuş, bakarsınız yolda karşılaşırız 🙂
Şimdiden iyi tatiller…
koşuyolu mu? 🙂
koşuyolunun eski halini bilmiyorum, İstanbul’a taşındığımdan beri son 10 yıldır orada yaşayan bri olarak İstanbulda en yaşanır yerlerin başında geldiğini düşünüyorum. pariste bir yeri burayla benzetmenize ayrı, bir ortak noktamız daha çıkmasına ayrı sevindim:)
bu vesileyle emekleriniz için tekrar çok teşekkür ederim. bir paris aşığı ve francophile olan beni çok mutlu ediyor paylaşımlarınız.
Ben Koşuyolu’nda sadece bahçeli evlerin olduğu, etrafta tek bir sitenin bile olmadığı zamanları hatırlıyorum 🙂 Gerçi bu yazıda bahsettiğim Courbevoie, benim çocukluğumun Koşuyolu’suyla o bakımdan benzeşmiyor ama “şehir merkezine yakınlık içinde sakinlik” ve “yaşayanların profili” bakımından benzetiyorum daha çok Koşuyolu’na… Ben 2012’den beri Koşuyolu’nda değil de Paris’te yaşadığıma göre demek ki İstanbul’daki son dönemimde aynı mahallede yaşamışız 😉
Selamlar sevgiler olsun güzel Koşuyolu’na…
Bu bölgeye hiç gelmedim. La defanstan ileri gitmedim. Sayenizde tanımış oldum çok teşekkürler
Okuyup yorum yazdığınız için ben teşekkür ederim.
Ahmet Bey merhaba,
Sizce Courbevoie’dan Millenaire’e (BNPP) commute (Ligne L + RER E) kolay olur mu? Ocak’ta Paris’e taşınacağım, hala nerede oturacağıma karar veremedim. Fiyat/yaşam kalitesi açısından Courbevoie çok cazip görünüyor. Şimdiden teşekkürler:)
Merhaba İrem Hanım,
İşyerinizin çevresi oturmak için müsait değil, zaten genel olarak Paris’in doğusunu, hele ki kuzey doğusunu yaşamak için önermiyorum.
Dolayısıyla Batı taraflarında bir yer seçmeniz daha kaliteli bir hayat sürmenizi sağlayacaktır.
Courbevoie’dan Rosa Parks’a gitmek yaklaşık 40 dakika sürecektir. Eğer La Défense tarafına yakın bir yerde ev bulabilirseniz, sabahları La Défense’a yürüyüp isterseniz Ligne L + RER E, isterseniz RER A + RER E yapma şansınız olur.
Levalois-Perret tarafında, Porte d’Asniers tramvay durağına (T3b) yürüme mesafesinde bir yer bulma şansınız olursa da tek bir tramvayla işe gitmeniz mümkün olabilir.
Şimdiden hayırlı uğurlu olsun.
Mutlu günler.
Cevabınız için çok teşekkür ederim Ahmet Bey. İyi günler.