(Son Güncelleme: 03.09.2024) Gelin Paris’in en güzel, en canlı, en keyifli semtlerinden biri olan Saint Germain’i ve Saint Germain Bulvarı çevresini tanıyalım hep birlikte. 5 ve 6. arrondissement‘larda yer alan bulvar Fransızcada Boulevard Saint-Germain (sen jermen ya da sen jeğmen) olarak geçiyor.
Fransa Ulusal Meclisi – Assemblée Nationale binasından başlayıp, Arap Dünyası Enstitüsü‘ne kadar devam eden yaklaşık 3,5 kilometrelik bu uzun geniş bulvarın her köşesinde ayrı bir güzellik bulunurken aslında en hareketli kısmı Saint-Germain des Près ile Odéon arasında yer alıyor. Birbirinden ünlü mağazaları, lüks kafe ve restoranları, pek çok sanat galerisi, kitapçı ve kiliseleri ile bu bölge de Paris’in en önemli çekim merkezlerinden biri.
Daha çok turistlerin rağbet ettiği Champs-Elysées‘dense üst gelir grubundan Fransızlar daha çok bu bölgede gündelik hayatlarını yaşamayı tercih ediyorlar. Elbette burası da turistlerin çok sık ziyaret ettiği bir bölge ama yine de alışveriş krizine girmiş turistler için Champs-Elysées, Galeries Lafayette, Printemps gibi yerler daha fazla imkan sunduğu için Saint Germain Bulvarı’nın parizyen havası daha gerçek bir tat veriyor.
1850’lerde Baron Haussmann’ın Paris’i yenileme çalışmaları kapsamında açtığı geniş bulvarlardan biri olan Saint-Germain, o günden beri popülaritesini koruyor, bu bölgede hayat Paris’in pek çok yerine oranla biraz daha farklı akıyor…
Bazen bir yeri size sevdiren sadece gördüklerinizin güzelliği olmuyor. Ben burayı Paris’e turist olarak ikinci ya da üçüncü gelişimde keşfetmiştim. Çok sevdiğim bir arkadaşlarımdan biri olan sevgili Çiğdem, Paris’te en çok sevdiği yerin Saint Germain Bulvarı olduğunu, bir gün burada bir çatı katında yaşamayı hayal ettiğini söylediğinde, o zaman onu tam anlayamamış, çok sonra, kazara bir gün yolum buraya düştüğünde ne demek istediğini çok daha iyi anlamıştım. O yüzden burayı her ziyaret edişimde Çiğdem’i sevgiyle anarım, o yüzden Saint Germain Bulvarı’nı ayrı bir severim…
Saint Germain des Près metrosundan itibaren gezimize başladığımızda karşımıza çıkan genişçe meydan ve bu meydanın başındaki kilise de aynı isimle anılıyor. Öncelikle Saint Germain des Près Kilisesi‘ni gezebilir, sonra yolunuza devam edebilirsiniz. Bu noktadan nereye doğru yürürseniz yürüyün karşınıza çok güzel yerlerin çıkacağının garantisini verebilirim.
Örneğin, meydandaki Saint Germain des Prés Kilisesi‘nin tam karşısında meşhur kafe Les Deux Magots var, onun biraz ilerisinde de Café de Flore ve hemen onun sokağından girdiğinizde biraz ileride solda, Paris’te en en en sevdiğim restoran zinciri Relais de l’Entrecôte‘un bir şubesi var… Yine bu civardaki Musée Eugène Delacroix – Eugène Delacroix Müzesi mutlaka gezilmeli, hazır gezmişken hemen yanındaki mobilya ve dekorasyon mağazası Flamant da gelmişken görülmeli.
Meydana geri döndüğünüzde, kilisenin karşısındaki genişçe yola, sola doğru baktığınızda uzaktan Montparnasse Gökdeleni‘ni göreceksiniz. Onun arkası da Montparnasse Garı zaten. Bu yöne doğru Rue de Rennes üzerinden devam ederseniz son derece keyifli bir caddede dolaşacağınızı garanti ederim. Hem biraz ilerleyip Saint Sulpice istasyonuna gelince sola dönebilir az ileride karşınıza çıkacak olan muhteşem Saint Sulpice Kilisesi‘ni gezebilirsiniz. Ama bu şekilde Saint Germain Bulvarı’ndan uzaklaşmış olacağınız için genelde ben tam tersini yapmayı, yani bir Montparnasse gezim sonrasında o yoldan Saint Germain’e doğru yürümeyi tercih ediyorum.
Saint Germain des Près Meydanı’ndan, bulvarın kilise yönüne, yani doğu kanadına doğru yürüyerek Odéon tarafına doğru ilerleyebilirsiniz. Mabillon’a geldiğinizde ünlü midyeci Léon sizi karşılayacak. Midye seviyorsanız burada bir mola vermenizi öneririm. Biraz ileride sağda, bir ara sokakta kapalı pazar yeri olan, içinde bir de Apple mağazası bulunduran Marché Saint Germain‘i göreceksiniz. Bir de oranın yan tarafında Odéon Tiyatrosu, hemen arkasında da Jardin du Luxembourg – Lüksemburg Bahçesi‘ne doğru bir Metre Taşı var ki onu da görmek gerek sanki. Ah bir de 10-15 dakikalık bir yürüyüş sonrasında Le Bon Marché‘yi de gezebilirsiniz.
Daha fazla ilerlerseniz Odéon‘a geliyorsunuz ama o ayrı bir yazı konusu. O yüzden Mabillon’da Léon‘un karşı köşesinden Rue de Buci‘ye girerseniz, sokaklara taşmış kafeleri ve hayat dolu insanları görüp yaşam enerjisini iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Örneğin o sokakta Bar du Marché‘yi ve Café de Paris‘yi önerebilirim. Bir de bulvar üzerindeki kırtasiye ve resim malzemeleri cenneti Rougier & Plé, konuyla ilgilenenler için görülmeye değer.
Aslında bu bölge hakkında yazacak çok fazla şey var, örneğin meydandan Seine Nehri tarafına doğru yürürseniz, aşağıda solda Le Bonaparte Cafe‘yi göreceksiniz. Bu kafenin üst katında bir zamanlar Jean Paul Sartre Simone de Beauvoir oturuyorlarmış. Bu bilgiyi de Cüneyt Ayral‘dan öğrenmiştim. Le Bonaparte Cafe’de Cüneyt Ayral ve Nedim Gürsel‘in yaptığı sohbeti aşağıdaki videodan izlemeyerek çevre hakkında fikir edinmeniz mümkün:
Cafe Bonaparte’tan aşağı doğru devam ederseniz de Aşıklar Köprüsü – Pont des Arts‘a ulaşırsınız. Bir de Notre Dame Katedrali tarafına gitmek için Saint Michel‘den geçebilirsiniz.
Saint Germain Bulvarı’nın Saint Michel‘i kestiği nokta da oldukça hareketlidir. Buradan yolunuza devam ederseniz sağ tarafta göreceğiniz muhteşem Orta Çağ Müzesi Musée de Cluny‘yi atlamamak gerek. Yürüyüşün bundan sonrasında Paris’in Latin Mahallesi olan Quartier Latin olarak geçiyor.
Panthéon, Sorbonne Üniversitesi, Geneviève Kütüphanesi, Lutece Arenası – Arènes des Lutèce ve Rue Mouffetard gibi pek çok sürpriz sizi burada bekliyor.
Saint Germain Bulvarı’nı gezmek için herhangi bir noktasından yürüyüşe başlamak elbette mümkün ama bence en doğru nokta, Les Deux Magots ve Café de Flore‘un olduğu meydan. Bunun için M4 metro hattının “Saint-Germain-des-Près” istasyonunda inmeniz yeterli ki bulvarın bu noktası da başlı başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor; öylesine renkli, öylesine hareketli…
Dilerseniz Pariste.Net Tv Youtube Kanalı‘nda yayınladığım, yukarıda ve aşağıda gördüğünüz iki videoyu izleyerek Saint Germain Bulvarı ve çevresi hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.
Ernest Hemingway’in de dediği gibi “Paris bir şenliktir”, yaşayın derim…
Keyifli geziler, keyifli keşifler.