X

Versay Sarayı – Château de Versailles

(Son Güncelleme: 02.04.2024) Bu yazıda Fransızların akıllara ziyan devasa sarayı Versay Sarayı – Château de Versailles’ı tanıyacağız hep birlikte… Yapımına 1661‘de Av Köşkü olarak başlanan, daha sonra zaman içinde büyüdükçe büyüyen, yayıldıkça yayılan, dev bir saray kompleksine dönüşen yapı, aynı şekilde uçsuz bucaksız bahçesiyle de dillere destan bir hal almış. Halen Avrupa’nın en büyük sarayı ünvanını koruyan Versailles (versay ya da veğsay) 6 hektarı aşan büyüklüğü ile, 2.300 odalı inanılmaz bir yer.

Paris’ten Versay Sarayı’na gitmek için 5 farklı seçeneğiniz var, burası 4. zone‘da yer alıyor ve saraya yakın 3 gar binası mevcut: Bunlardan ilki “Versailles Rive Gauche” ve buraya RER-C ile kolayca gelebilirsiniz. Diğer gar “Versailles Rive Droite”, buraya da Gare Saint Lazare‘dan banliyö treninin L hattını kullanarak, La Défense yönünden gelebilirsiniz.

Üçüncü gar ise “Versailles Chantier” buraya da ya La Défense‘tan banliyö treni ile U hattını kullanarak ya Gare Montparnasse‘tan yine banliyö treni ile ama bu kez N hattını kullanarak ya da RER-C ile gelebilirsiniz. Bu söylediklerim size karışık gelebilir ama bir RER haritası incelerseniz ve söylediğim bu üç istasyonu harita üzerinden bulursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Kafanız çok karıştıysa herkesin bildiği, en kolay seçenek RER-C ile “Versailles Rive Gauche” istasyonuna gelmek diyebilirim. Çünkü saraya en yakın istasyon bu; diğerleri biraz yürüme mesafesinde, aslında o garlardan otobüs de kalkıyor ama kaybolmanızı istemem, yürüyerek keşfetmek en güzeli.

O halde “Versailles Rive Gauche”a geldiğinizi varsayarak anlatmaya devam edeyim: Gardan çıktınız, tam karşınızda bir Starbucks ve Mc Donald’s göreceksiniz, buradan sağa doğru yürüyeceksiniz ve ilk kavşaktan sola döndüğünüzde VersaySarayı tüm görkemi ile karşınıza çıkacak.

Ne yazık ki, burası hak ettiği ilgiyi fazlası ile gördüğü için çoğu zaman kalabalık. Meydadaki tur otobüslerinin çokluğunu görünce biraz canınız sıkılabiliyor. Önce birinci avluya girip bilet sırasına girmeniz gerekiyor. Eğer biletinizi daha önce internetten aldıysanız şanslısınız, bu durumda doğrudan giriş ve güvenlik kuyruğuna girmeniz yeterli olacak. Bilet kuyruğu yavaş ilerliyor ama saraya giriş kuyruğu gayet hızlı ilerliyor, merak etmeyin.

Eğer bileti önceden almadıysanız size şöyle bir ipucu vermek isterim. O upuzun bilet kuyruğunda en öne doğru ilerleyip, sol tarafta bilet satılan kapıdan girip, insanların yanından “pardon pardon” diye ilerleyip içerideki bilet otomatlarına ulaşmayı başarırsanız kendi biletinizi kendiniz alır, hiç kuyrukta beklememiş olursunuz.

Nedense insanlar bu otomatları kullanmıyorlar, dolayısıyla insanları geçe geçe buraya gelmeniz kimsenin sırasını çaldığınız anlamına gelmiyor, içiniz rahat olsun. Tabii hiç bunlarla uğraşmamak adına biletinizi önceden internetten almanız en akıllıcası olacaktır. Hatta internetiniz varsa o an cepten bile almanız mümkün.

Amacınız sarayı gezmek değil de sadece bahçeyi görmekse bu kuyruklarla hiç uğraşmayın, doğrudan bahçe girişine ulaşın. Bu giriş restorasyon durumuna göre bazen sarayın sol tarafında, bazen de sağ tarafında olabiliyor, o yüzden sizi yanıltmak istemem, en iyisi yönlendirme tabelalarını takip etmek.

Normalde bahçeyi gezmek ücretsiz ama bazı günlerde ses ve müzik gösterilerinin olduğu dönemler oluyor, geziniz o tarihlere denk geliyorsa bahçe girişinden bilet alıp içeri girebilirsiniz. O zaman da fıskiyeli havuzlardaki su oyunlarını harika bir klasik müzik eşliğinde izleyip o yüzyıllara geri dönebilirsiniz. Böyle bir günde hem sarayı hem bahçeyi gezecekseniz ana gişeden saray+bahçe bileti almalısınız; dediğim gibi diğer zamanlarda bahçe ücretsiz…

Ve saray biletiniz olduğunu varsayarak yazıma devam ediyorum. Güvenlik ve bilet kontrolü kuyruğuna girdikten sonra içeri giriyorsunuz. Kalabalık başta rahatsız etse de bir süre sonra biraz daha sakinleşiyor ortam. Eğer çılgın bir Çinli gruba denk gelmediyseniz şanslınız… Güzergâh üzerinde ilk olarak o nefis şapeli görüyorsunuz.

Sonra odalarda ilerlerken o kralın odası senin bu kraliçenin odası benim, kendinizi kaybediyorsunuz. Duvarlardaki tablolar birbirinden muhteşem. Gerçi odalarda bir eşya bolluğu yok ama ortamın büyüklüğü, atmosferin zenginliği insanı epey bir etkiliyor. Hele benim için Napolyon’un taç giyme törenini temsil eden tablo çok anlamlı. Nedense bu tabloya baktıkça çok garip bir şekilde kendimi orada bir yerlerde hissediyorum.

Odalar peşi sıra birbirini takip ederken lüks şatafat ve uzun koridorlar bir süre sonra insanı yormaya başlıyor, tam pes etmeye başlarken o anda karşınıza, yazının kapak fotoğrafında gördüğünüz meşhur Aynalı Salon çıkıyor. Burası gerçekten akıllara ziyan bir yer. Dolmabahçe’deki şatafatın birkaç misli burada sergilenmiş.

Bu salon sadece dekorasyonu ve lüksü ile değil, tarihte pek çok önemli olaya tanıklık etmesi açısından da değerli. Örneğin birinci dünya savaşında Almanları yenen Fransa ile Versay Anlaşması bu salonda imzalamış. Öyle ki daha önce 1871’de, aynı salonda, Fransızları yenen Almanlarla imzalanan anlaşmanın intikamını alırcasına…

Eğer paraya kıyabilirseniz burayı düğün dernek gibi organizasyonlarınız için kiralama şansınız olduğunu da söylemek isterim. Tabii hatırı sayılır bir parayı gözden çıkarmak gerek 🙂

Buradan sonra yolumuza devam ediyoruz, pek çok oda, salon, merdivenler ve kral daireleri sonunda bahçeye ulaşıyoruz. Bahçe biletiniz de varsa buradan geçebiliyorsunuz. Bahçe başka bir alem. Gözünüzün gördüğü her yer sarayın bahçesi. Bunu görünce insan Dolmabahçe’de Topkapı’da Osmanlı Padişahlarının küçücük bahçelerde ömür çürüttüğünü fark edip acıyor 🙂

Oysa ki biz Osmanlı Padişahlarının saltanat içinde yaşadıklarını düşünürüz. Aslında saltanatın âlâsını Fransa kralları yaşamış. Tabii bu övünülecek bir durum mudur, halk açlıktan kırılırken bu tarz bir gösteriş yarışının kime ne faydası vardır, o konu tartışılır ama sonuçta ortaya çıkan eserin muhteşemliği konusunda kimsenin bir şey söyleyebileceğini sanmıyorum, çünkü karşınıza serilen manzara gerçekten inanılmaz.  Yine de bir Dolmabahçe Sarayı’ndan Boğaziçi manzarası değil tabii 😉

Bahçeye şöyle bir tepeden baktığınızda devasa bir gölet olduğunu fark ediyorsunuz. O göletin önünde Apollon heykeli, fıskiyeler, havuzlar, bahçe düzenlemesi, labirentler ve daha neler neler, keşfinizi bekliyor.

Bazı dönemlerde bu bahçede klasik müzik günleri düzenleniyor, o aktivitelerin biletleri ayrıca satılıyor. Şansınıza böyle bir güne denk gelirseniz bahçenin dört bir yanından yükselen klasik müzik eşliğinde fıskiyeli havuzları seyretmenin tadı bir başka. Hele yazın bir de Les Grands Eaux Nocturnes olarak geçen, akşamları yapılan havai fişek gösterileri var ki rüya gibi. Onlar için ayrıca bilet almanız gerekiyor.

Aşağı doğru indiğinizde sağa sola sapıp aralarda kaybolmak dışında hep ileri doğru yürüseniz iyi olur, yoksa bahçeyi bitiremezsiniz. Önce Apollon heykelinin bulunduğu havuz, ondan sonra da asıl gölet kısmına ulaşıyorsunuz.

Burada kayık kiralamak için vaktiniz ve bütçeniz varsa mutlaka yapın. İnanın unutulmaz bir anı olacaktır. Hem Paris’te Bir Hafta kitabımda, bu gölette geçen sandal sahnesini yad etmiş olursunuz 😉 Ayrıca bisiklet kiralayıp göletin çevresinde dolaşmak da müthiş bir zevk. Biz bir keresinde bisikletle göletin çevresini bir saatte zor dolanmıştık. Tabii aralarda fotoğraf molası vermemizin de etkisi olmuştur ama söylediğim rakamlar göletin ne kadar büyük olduğu konusunda bir fikir verecektir.

Aynı turu akülü golf arabası kiralayıp yapma şansınız da var, bu şekilde de gününüze bambaşka bir eğlenceli anı katabilirsiniz. Bu kiralama işleri için bir kimlik bırakmanız gerektiğini de hatırlatmak isterim. O yüzden yanınızda geçerli bir kimlik kartı bulundursanız iyi olur. Pasaportunuzu vermekten çekiniyorsanız, ehliyet ya da başka bir kimlikle de kiralama yapabileceğinizi düşünüyorum.

Versay’ın bahçesi 1789 Fransız devrimi öncesinde 8.000 hektarmış, şu an 815 hektarlık bir bahçe saraya ait… Bu rakamlar gerçekten inanılmaz ve parkın tamamına bahçe peyzajı uygulanmış. Öyle ki dönemin ünlü peyzaj mimari André le Nôtre pek çok şato, park ve bahçe ile birlikte Versay’ın da peyzajını üstlenmiş.

Hatta vaktiyle XIV. Louis’nin, maliye bakanı olan Nicolas Fouquet’nin yaptırdığı Vaux le Vicomte Şatosu‘nu kıskanıp o şatoyu yapan mimar ve ekibine Versay Sarayı’nı yaptırdığına dair magazinsel bir bilgi de var; üstelik Fouquet’yi yolsuzluktan ve zimmetine para geçirmekten hapse attırarak…

Sarayın bahçesinde, daha doğrusu park bölümünde kafe ve restoranlar da bulunuyor, ben size göletin hemen sağ tarafında bulunan La Flotille‘i tavsiye edeceğim. Göletin olduğu bu kısım aslında sarayın dışı ve biletsiz gezilebiliyor.

Bunun için kuzey ya da güney tarafındaki kapılardan girmeniz gerekiyor, turistler için biraz karışık olabilir ama bu bölgeyi iyi bilenler için zor olmayacaktır.

Eğer Paris’te turist olarak bulunuyorsanız elbette ki buralara kadar gelmişken Versay Sarayı’nın içini ve asıl bahçesini görmeniz daha yerinde olacaktır. Göletin olduğu kısmı gezinin sonrasına bırakmanızı öneririm. Bu arada bu bölgeye geçerkenki kapıdan tekrar girmek istediğinizde bilet kontrolü yapılacaktır, aklınızda bulunsun, biletinizi sakın atmayın.

Göletin ilerisine doğru, sağ tarafa doğru içerilere yürürseniz Marie Antoinette’in köşkünü görebilirsiniz. Bu bölgedeki yapılar kompleksini gezmek için ayrı bir bilet almanız gerekiyor ya da burayı da kapsayan bir saray giriş biletiniz olmalı. Versay Sarayı’nın içini gördükten sonra buranın da içini görmek ister misiniz bilmiyorum, insan bir süre sonra şatafattan fenalık geçirebiliyor çünkü 🙂 Ama itiraf etmeliyim ki ben Versay Sarayı’nı pek çok kez gezmiş olmama rağmen burayı sadece bir kez gezdim.

Burayı da bitirdikten sonrası tamamen keyfinize kalmış, dilerseniz yürüyün, dilerseniz koşun, dilerseniz çimenlere uzanın, dilerseniz bisiklete binin, dilerseniz akülü arabayla gezin, dilerseniz kayıkla kürek çekin; hayat sizin, yaşayın…

Versay Sarayı en az bir tam gününüzü geçirmeniz gereken olağanüstü bir saray. Yine de şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Eğer Paris’e bir haftadan daha kısa bir süre için gelmişseniz önceliğinizi buraya gelmek yerine Paris merkezine ayırmanız gerektiğine inanıyorum. Eğer bir hafta ve daha fazla bir süre için gelmişseniz o zaman Versay Sarayı’nı da gezi programınıza alın derim. Ya da Paris’e ilk gelişiniz değilse o zaman Versay Sarayı’nı görmenin zamanı geldi demektir. Yine de bu söylediklerime bakmayın, sonuçta gezeceğiniz yerleri sizin öncelikleriniz belirler. Neyi önce yapmak istiyorsanız onu yapın…

Hâlâ vaktiniz varsa saraydan çıktıktan sonra gara doğru yürürken meydana geldiğinizde ilk geldiğiniz yere değil de sol tarafa yürürseniz Versailles kasabasının merkezine ulaşırsınız. Aslında buradaki meydanda sabahları çok güzel bir pazar yeri kuruluyor. Özellikle Versailles’a “Versailles Rive Droite” yönünden gelenler saraya gitmek için istasyondan yürürken bu güzel meydandan geçerler. Ki ben Versailles’a gitmek için yukarıda size anlattığım ilk yolu değil bu yolu kullanırım. Buradaki pazar yerinin enerjisi bir başka ama dediğim gibi burası öğleye kadar açık oluyor, öğleden sonra geldiğinizde boş ama yine de güzel bir meydanla karşılaşacaksınız.

Versay Sarayı 1 Ocak, 1 Mayıs, 15 Mayıs, 25 Aralık tarihlerinde kapalı, Pazartesi hariç her gün ziyaret edilebilir. Saray Kasım, Aralık, Ocak, Şubat ve Mart aylarının ilk Pazar günü ücretsiz olarak gezilebiliyor. Fakat gitmeden önce resmi web sayfasından rezervasyon yaptırmayı unutmayın. Versay Sarayı hakkında daha detaylı bilgi almak, etkinliklerden haberdar olmak ve online bilet almak için resmi web sitesine yazının sonundaki linkten ulaşabilirsiniz.

Ayrıca bir başka gün (Nisan başından Kasım başına kadar olan dönemde) aralarında Versay Sarayı’nın da bulunduğu, Fransa’nın en önemli tarihi yapıları, anıtları ve hatta şehir maketlerinin de bulunduğu France Miniature‘e de vakit ayırmanızı öneririm.

Şato ve saraylara meraklıysanız aşağıda listesini sunduğum ve her birini tek tek yazdığım diğer şato ve saraylara da bir bakıverin isterseniz.

Keyifli geziler, keyifli keşifler.

 

 

 

 

Web Adresi: chateauversailles.fr/

Adres: Place d’Armes, 78000 Versailles

Ahmet Ore: