(Son Güncelleme: 11.09.2024) Fransa’nın pek çok yerini dolaştım, bugüne kadar görüp de hayran kalmadığım pek bir yeri yok diyebilirim. Belki birkaç tane “fena değil” kategorisinde şehir, köy ya da kasaba görmüşümdür, onun dışında hepsi birbirinden muhteşem. Bu yazıda sizlere o köylerden birini tanıtmak istiyorum. Hep birlikte Paris’in 80 kilometre dışına, Giverny (jiverni ya da jiveğni) diye harika bir yere doğru yola çıkıyoruz.
Peki buranın önemi ne? Burası Fransa’nın pek çok yeri gibi cenneti andıran bir yer ama özellikle yazı konusu olmasının nedeni empresyonizm denince ilk akla gelen ünlü ressam Claude Monet’nin ömrünün son 43 yılını geçirdiği evinin burada olması. O yüzden, Paris’e kadar gelmişken vakti ve imkanı olanlar için Giverny’yi ve Monet’nin Evi‘ni görmek, olmazsa olmazlar arasında.
Eğer Monet’nin Evi Giverny’de olmasaydı burası ayrı bir yazı konusu olur muydu, bilemiyorum. Bu soruya hem evet hem de hayır yanıtını verebilirim. Olmayabilirdi çünkü Fransa’da birbirinden muhteşem binlerce köy var (ki benim hitim Colmar yakınlarındaki Riquewhir‘dir) ve insan önce hangi birini yazacağını şaşırır inanın. Hani şu gazetelerde, internet sitelerinde çıkan “Ölmeden önce görmeniz gereken 10 yer” diye uyduruk listeler vardır ya; işte ben o listeyi sırf Fransa için yapmaya kalksam “Ölmeden Önce Fransa’da Görülmesi Gereken 1.000 Köy” sıralayabilirim ve içlerinden elemeye kalksam bile, on taneye düşürebilmem mümkün değil…
Evet, muhteşem bahçesiyle ünlü Monet’nin güzeller güzeli evi Giverny’de, biz de sırf Paris civarında güzel ve yeni bir yer görmek için değil, Monet’nin Evi‘ni de görmek üzere, yeni ve güzel bir yere gitmek için Giverny’yi gezi listemize ekliyoruz. Tabii gezi programınızı yaparken Monet’nin Evi‘nin açık olduğu tarihlere dikkat etmeniz gerekiyor. Zira Claude Monet’nin Evi her yıl sadece Nisan başından Ekim sonuna kadar olan dönemde açık.
Ayrıca dikkat etmeniz gereken bir diğer konu da mevsim şartları. Bunca mesafeyi katetmeden önce havanın güzel olup olmadığına göre yola çıkmalısınız. Çünkü burayı sadece gökyüzü maviyken gezmenizi öneririm. En güzel zamanları da Haziran ortasından Ağustos ortasına kadar olan zaman dilimidir sanırım.
Eylül 2016’daki gidişimizi hatırlıyorum, şansımıza bir yaz havası vardı, her taraf çiçek çiçek, cennet bahçesi gibiydi. Haziran 2018’deki gidişimizdeyse önce yağmurluydu, sonra bir güneş açtı yine cennet gibi oldu ortalık. Ama kış döneminde buraya giderseniz sadece tenha ve uzak bir Fransız köyünü farklı açıdan görmüş olursunuz. Belki de bu melankolik hava sizin zevklerinize hitap ediyordur, neden olmasın?
Giverny’ye gitmek için en konforlu seçenek özel aracınızla yola çıkmak elbette. Yaklaşık 80 kilometrelik yolda ücretli otobanın farklı seçenekleri var ve seçeceğiniz güzergaha göre tek yön 6€ – 13€ arası bir otoban ücreti ödüyorsunuz.
Giverny’ye trenle ilk gidişimizden sonraki tüm gidişlerimizde biz hep kendi arabamızla gitmeyi tercih ettik ama paralı otobandan değil, normal yolu kullandık ve güzergah olarak da Cergy üzerinden dolaşmayı tercih ettik. Özellikle Magny-en-Vexin‘den sola sapıp ana yoldan çıktıktan sonra ortam çok güzel bir hal alıyor. Yol üstünde geçeceğiniz minik köylerin havasını yaşamanın keyfine diyecek yok.
Paris’te Araba Kullanmak yazımda da belirttiğim gibi Paris içinde araba kullanmayı kesinlikle önermiyorum ama Paris çevresindeki bu birbirinden güzel yerleri görmek için araba en keyiflisi. Araba kiralayacak olanlara en önemli önerim, mutlaka GPS’li araç seçmeleri ya da gelirken kendi navigasyon cihazlarını getirmeleri; yurt dışında interneti olanlar cep telefonlarındaki harita uygulamalarını kullanabilirler tabii. Fransa’da yollar -benim gibi yön duygusu ve harita okuma yeteneği kuvvetli biri için bile- inanamayacağınız kadar karışık olduğundan navigasyon cihazları hayat kurtarıcıdır.
Arabası olmadan Giverny’ye gitmek isteyenlerse Saint Lazare Garı‘ndan kalkan trenlere binerek buraya yaklaşık 45-50 dakika gibi bir sürede ulaşabilirler. Bunun için Gare Saint Lazare‘daki gişelerden ya da otomatlardan Vernon yönüne bilet almanız gerekiyor, çünkü Giverny’de tren istasyonu yok. Var da, artık kullanılmıyor. Vernon tren bilet fiyatı tarihine göre gidiş dönüş 20€ – 40€ arasında olacaktır. Bileti önceden internetten alırsanız ucuz, tarih yaklaştıkça trenin doluluk oranına göre pahalı olacaktır. Giverny, region / bölge olarak Paris’in bağlı bulunduğu Île de France‘ta değil, Normandiya‘da bulunduğu için de buraya gelirken Navigo kart benzeri pass’iniz varsa geçerli olmadığını, tren için mutlaka ayrı bilet almanız gerektiğini önemle hatırlatmak isterim.
Vernon’a gelip buradan Giverny’ye gitmek istediğinizde dilerseniz yürüyebilir, dilerseniz shuttle‘a binebilirsiniz. Shuttle, tren gara geldikten yaklaşık 15 dakika sonra kalkıyor ve bilet ücreti tek yön 5€, gidiş-dönüş 10€. Tren biletinizi internet üzerinden alıp biletinizi cep telefonunuzda saklamak isterseniz Fransa’nın TCDD’si olan SNCF‘in resmi web sayfası üzerinden online bilet alabilirisiniz.
Biz ilk gidişimizde yaklaşık 5 kilometrelik yolu yürümeyi tercih etmiştik. Yolun bir kısmı keyifli, bir kısmı sıradan; sonuç olarak yaptığımız yürüyüşün çok akıllıca olmadığını itiraf etmeliyim. O yüzden dönüşte shuttle’la dönmeyi tercih etmiştik. Sonraki gidişlerimizdeyse hep arabalıydık zaten.
Trenle Vernon’a gelmek kolay, çünkü ilk istasyondan biniyorsunuz ama Paris’e geri dönmek biraz zahmetli olabiliyor. Dönüş treni büyük olasılıkla Le Havre‘dan kalktığı için istasyona -çoğunlukla- dolu geliyor ve Vernon’dan trene bindiğinizde merdivenlerde oturacak yer bulduğunuzda kendinizi şanslı hissedebiliyorsunuz.
Tabii bu söylediğim özellikle yazın ve hafta sonları için geçerli. Özellikle akşam üstü dönüş trenleri biraz fazla kalabalık olabiliyor. O yüzden imkanınız varsa arabalı olmak daha iyi sanki.
Giverny’ye varır varmaz yapmanız gereken ilk şey elbette Claude Monet’nin Evi ve Bahçesi‘ni ziyaret etmek. Bu evi tanıtan yazıyı dikkatli okumanızı, önemli detayları atlamamanızı öneriyorum. Sonrasında gezebileceğiniz bir diğer önemli yer ise Musée des Impressionnismes – Empresyonizm Müzesi. Giverny yazısını hazırlamak üzere gittiğimizde Temmuz 2016 ortasıydı ve bu müze o dönem 10 gün kadar kapalı oluyormuş, kapısından dönmek zorunda kaldık 🙂
Bir dahakine sırf bu müzeyi görüp yazmak için Eylül 2016’da, “kalkıp onca yolu gidiyoruz” diye biraz söylendik ama yol üstünde başka yerlere sapıp da La Roche-Guyon köyünü ve La Roche-Guyon Şatosu‘nu keşfedince “her işte bir hayır vardır” deyip mutlu olduk. Akşam üzeri sürprizi, eski bir su değirmeni olan muhteşem restoran Moulin de Fourges‘a da denk gelince crème de la crème oldu. Paris çevresinde birbirinden güzel o kadar çok güzel köy var ki Fontainebleau Şatosu yakınlarındaki Barbizon mu desem, muhteşem orta çağ kasabası Provins mı desem, hele ki Côte d’Azur‘deki Saint Paul de Vence? Hangi birini saysam bilemiyorum.
Giverny turumuza Monet’nin mezarını ziyaret ederek devam edebiliriz. Evet, Claude Monet’nin mezarı Giverny’de bulunuyor. Claude Monet’nin 5 Aralık 1926’dan beri son uykusunu uyuduğu yeri görmek için Monet’nin Evi‘nden çıktıktan sonra sola dönüp dümdüz yürümeniz gerekiyor. Yolda sağda Restaurant Baudy‘yi gördükten sonra yürüyüşünüze devam ederseniz, yine biraz ileride sağda Saint-Radegonde Kilisesi‘ni göreceksiniz. Monet’nin mütevazı mezarı bu kilisenin bahçesinde…
Kilisenin hemen sağ tarafındaki patikadan yukarı çıktığınızda, birkaç basamak sonra sağda, son derece mütevazı bir aile mezarında karşılıyor sizi Claude Monet. Oradan yukarı çıkıp mezarlığın büyük kısmına, düzlüğe ulaşıyorsunuz. Buradan sonra kilisenin öteki tarafındaki yoldan aşağı inerek kilisenin kapısına ulaşmış oluyorsunuz. Dilerseniz içeri girip bir bakın. Tam girişte sağdaki cenaze arabası oldukça ilginç…
Peki Giverny’de nerede yemek yiyeceğiz? Bunun için birkaç seçenek var. İlk akla gelen Monet’nin Evi‘nin karşısında, otoparkın sol tarafında bulunan küçük kafe-restoran. Bir de yine biraz ileride sol tarafta galerinin karşısında bulunan kafe-restoran var, orası da bahçesiyle çok hoş bir yer ama yemek çeşitleri daha çok sandviç ağırlıklı. Eğer öğleyi basit geçiştirmek istiyorsanız burada da yiyebilirsiniz ama ben size yolun biraz daha ilerisinde sağda bulunan eski bir oteli, Restaurant Baudy‘yi önermek istiyorum. Hatta bu restoranın karşısında yani yolun sol tarafında bulunan bahçesini… Burası benim tam özlediğim kır restoranı havasında, çok güzel bir yer.
Restaurant Baudy‘nin bir güzelliği de bu eski otel binasının arka tarafında sizi bekleyen sürpriz. Orada yemek yemeyecek olsanız bile mutlaka içeri girin ve barın solundan dolaşıp binanın arka tarafına giden kapıyı bulun ve arka bahçeye çıkın. Gördüklerinizin çok hoşunuza gideceğine eminim. Bu bahçe tepeye doğru devam ediyor ve bahçenin ortasında harika bir resim atölyesi var.
Zaten Fransız köylerinin en sevdiğim özelliği köy yaşamının inceliklerle dolu olması. Olay sadece güzel mimaride güzel evler yapıp çiçeklerle süslemek değil. Kültür ve sanat yaşamın bir parçası. Fransızlar kesinlikle yaşamayı ve hayattan keyif almayı biliyorlar. Bunun örneklerine o kadar çok rastladım ki. Bir keresinde, Fransa’nın ortalarında Loire Vadisi Şatoları Turu yaparken, karnımız acıkınca ana yoldan çıkıp rastgele bir köye girmiştik, öğlen yemek yemek için yine rastgele girdiğimiz bir restoranın öğlen menüsünde tatlı olarak içi rom dolu kavun olduğunu görmüştük.
Yine aynı şekilde bir Normandiya gezimizde, Honfleur‘e giderken Deauville yakınlarında yol üstünde, kazara karşımıza çıkan bir restorandan içeri girdiğimizde Dolmabahçe Sarayı’na girdiğimizi sanmış, klasik müzik eşliğinde yemek yiyen topuzlu, beyaz saçlı, inci kolyeleri hanımefendileri görünce hem çok şaşırmış hem de müthiş keyif almıştık.
Başka bir sefer de yine herhangi bir köyde, biçerdöverini az önce arkadaki tarlaya park etmiş izlenimini veren bir Fransız aile, bulunduğumuz restoranın terasında akşam yemeği olarak Sezar salatalarını beyaz şarapları eşliğinde yiyorlardı. Sonra yine rastgele keşfettiğimiz Montresor Şatosu‘nu gezdikten sonra karşıdaki minik restoranda yemek yerken, yan tarafta bulunan küçük sigorta acentesinin sahibinin öğlen yemeğinde dükkanını kapatıp bu restoranda yemek yediğine şahit olmuştuk.
Bizde olsa bu kadar küçük bir köyde esnaf yemeğe ya evine gider ya da eşi sefer tasıyla ona yemek taşır. En iyi ihtimalle öyle bir yerde dükkanı olan birinin yapacağı şey karşıdaki kahveden kaşarlı tost söylemek olacaktır.
Demem o ki Fransız köyleri, köylüleri yaşam kalitesi bakımından çok iyi şartlara sahipler. Barbizon gibi, Provins gibi, Etretat gibi, Saint Paul de Vence gibi, Eze Village gibi, burası gibi, Fransa’da insanlar cennet gibi yerlerde yaşıyorlar, çünkü yaşadıkları yeri cennete çevirmeyi biliyorlar. İyi insanlardır, kötü insanlardır, bir şey diyemem. Her yerin iyisi kötüsü var. Bağnazlık ve ırkçılık konusunda zaten hangi ülkede olduğunuz çok fark etmiyor. Sadece ülkelere göre bu oran azalıp çoğalabilyor. Ben kendi adıma Fransa’da böyle kötü bir örneğe hiç rastlamadım.
Her neyse; bu yazıda Giverny turu filan diyorum ama başta da söylediğim gibi burası ufacık bir yer, gözünüzde büyük bir şehir, şehiri bırakın bir kasaba bile canlanmasın. Çünkü Giverny’de topu topu 500 civarında kişi yaşıyor. Ben böyle bir yerde yaşayabilir miydim bilemiyorum. İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak, cennet gibi bir ortam olsa da şehirden bu kadar uzakta yaşamayı (kimi zaman heveslensem de) pek tercih etmezdim herhalde. Çocukluğumdaki gibi bahçeli bir evde yaşama şansım olsa, Saint-Germain-en-Laye, Le Vésinet – Le Pecq, Maisons-Laffitte hadi daha olmadı Enghien les Bains gibi Paris’e çok yakın, RER ile kolayca Paris’e ulaşabileceğim, cennet gibi banliyöleri tercih ederdim sanıyorum. Buralara da böyle küçük tatil kaçamakları için gelirdim yine.
Mevsimine ve hava durumuna göre, Monet’nin Evi‘ni, Empresyonizm Müzesi‘ni, Monet’nin mezarını gezip gezmeyeceğinize bağlı olarak Giverny’de yarım gün, hatta bence tam bir gün bile geçirebilirsiniz. Hediyelik eşya dükkanlarını gezmek kadar her köşede karşınıza çıkacak sanat galerilerini de dolaşmanızı öneririm; tabii bir de birbirinden güzel antikacılar var. Evet Fransa’da pek çok köyde sanat galerileri, dans atölyeleri, konservatuvarlarla karşılaşmanız mümkün. Zaten Giverny gibi, Saint Paul en Vence gibi, Barbizon gibi bu köyleri bu kadar güzel yapan da sanatı yaşamın merkezine koymuş olmaları değil mi? Sadece parayla, maddi zenginlikle olacak işler değil bunlar. O yüzden ne yapsanız ne etseniz, sadece ekonomik kalkınmayla bir yere varamıyorsunuz ya zaten.
Giverny yazımız da böyle olsun. Size hem Paris yakınlarında şahane bir yeri tanıtmış olayım, hem de Giverny üzerinden Fransa’da gezip görecek bu tarz ne kadar çok yer olduğunun ipuçlarını vereyim demiştim; sanırım bir fikriniz olmuştur.
Giverny’den sonra La Roche Guyon‘a uğramayı, vaktiniz olursa Rouen taraflarına uzanmayı da unutmayın lütfen. Daha fazla vakti olanlarsa Normandiya Rehberi yazısından kendilerine daha fazla yer beğenebilirler 😉
Hep güzel yerler gezmeniz, güzel yerler görmeniz ve güzel hayatlar yaşamanız dileğiyle.
Keyifli geziler, keyifli keşifler.
Web Adresi: giverny.fr
Adres: 27620 Eure – Normandiya
Paris’e Birkaç Saat Mesafede Görülmeye Değer Diğer Yerler:
2 Comments
Ayyy nasıl nasıl güzel bir yer…Monet’i neden sevdiğimi anladım şimdi, onun o güzel kır resimlerinin kaynağı yaşadığı yerlermiş demekki, nasıl ruhuma hitap ediyor beni benden alıp ruhuma ilaç oluyor bu kırlar ve deniz, ayaklarınıza kaleminize yüreğinize sağlık, gezilecekler listesi başına eklendi :))))
Çok teşekkür ederim. Güzel bir havada gidildiğinde gerçekten keyifli bir gün geçirilebilir burada…