(Son Güncelleme: 11.09.2024) Hani ilgi çekmek için, “Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 10 Köy” diye gereksiz listeler yaparlar ya işte biz o listeyi “Fransa’da Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1.000 Köy” diye yapsak yeridir. Çünkü Fransa’da birbirinden güzel, birbirinden özel o kadar çok güzel köyler vardır ki aklınız durur. Aslına bakarsanız ben bu “en”li listelere oldum olası karşıyımdır; yazılarımda bir yerden bahsederken böyle bir liste vermek yerine, kimi zaman bahsettiğim yeni bir yer hakkında “mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri” diye yazarım genelde ama illâ liste meraklısıysanız, illâ tatillerinizi bir check-list‘e check atma üzerine inşa etme takıntısındaysanız, o zaman bu yazıda size tanıtmak istediğim Barbizon’un “Paris Çevresinde Ölmeden Önce Görülmesi Gereken 10 Köy” listesine yazıverelim lütfen. Ama bilin ki burası benim için standart bir check-list‘te herhangi bir sırada değil, “mutlaka görülmesi gereken yerler” listesinde. Kendinizi kasmadan, zorlamadan, vakti saati geldiğinde, ilk uygun vakitte…
Paris çevresinde, Paris içinde olduğu gibi gezip görecek tonla yer var. Öyle birbirinin aynısı da değil üstelik, Giverny gibi, Provins gibi, La Roche Guyon gibi, burası gibi, hepsi birbirinden farklı, birbirinden nitelikli yerler. Farklı ve özgün diyorum ama benzerlikleri yok mu tabii ki var: Her şeyden önce hepsinin tarihi dokusu korunmuş, hepsi tertemiz, pırıl pırıl yerler. Sanat mutlaka ön planda. Hatta uzaklara gidip Saint Paul de Vence, Eze Village gibi Fransa’nın köylerini gezerken karşınıza konservatuar, dans ya da müzik okulu, müze; hiçbiri yoksa bir sanat galerisi çıkma olasılığı çok yüksek. İlla böyle Paris yakınlarında olmasına da gerek yok; hiç olmadık yerlerde karşınıza öyle sanat kurumları çıkıyor ki ağzınız açık kalıyor. Fransa’nın neden Fransa olduğunu o zaman daha iyi anlıyorsunuz.
Bizim Barbizon’u keşfetme hikayemiz yine enteresan: Eylül 2016’da bir akşam Fontainebleau Şatosu‘nda “La Bohém” operasını izleyecektik. Şansımıza da hava biraz nanemollaydı. Sabahtan Journées du Patrimoine – Kültürel Miras Günleri kapsamında Palais Royal‘i gezdikten sonra Fontainebleau’ya doğru düştük yollara… Yolda giderken, Fontainebleau’ya çok yakın bir yerde, yol üstünde rastladık Barbizon tabelasına. Eh vaktimiz de vardı; son dakika kararıyla kırdım direksiyonu sağa! Ne olduysa ondan sonra oldu. Yine şahane bir köy keşfettik, yine o köyde dolaşırken kendimizden geçtik. Sonra da oturdum bu yazıyı hazırladım işte. İstedim ki sizin de haberiniz olsun böyle bir köyün varlığından, istedim ki yolunuz Fontainebleau Şatosu‘na düştüğünde, geçerken buraya da uğrayın…
Barbizon, Paris’le aynı yönetim bölgesi olan Île de France sınırları içinde, Seine-et-Marne departmanındaki Melun’a bağlı bir köy, bir komün aslında. Paris’e yaklaşık 60 kilometre mesafede bulunan bu köye normal trafikte yaklaşık 1 saatte ulaşmak mümkün. Toplu taşıma seçeneği ne yazık ki yok. O yüzden arabayla gelmek en güzeli. Sadece bu köyü görmek için gelinir mi emin değilim -bence gelinir- ama Fontainebleau Şatosu ve Vaux le Vicomte Şatosu gezilerinizden birine, hatta gücünüz yeterse ikisine birden eklenip keyifli bir gün geçirmek için ideal bir konumda olduğunu söylemeliyim.
Burası 5 kilometrekarelik, yaklaşık 1.200 kişinin yaşadığı küçük bir köy. Aslına bakarsanız bir tane ana caddesi var. Ana cadde dediğim de eski ve tarihi bir sokak. Bu sokak boyunca birbirinden güzel dizi dizi evler, restoranlar, sanat galerileri ve müzeler var. Güzel bir havada Barbizon’a giderseniz masal diyarı gibi bir atmosferde, gözünüz gönlünüz açılarak huzur içinde dolaşmanın keyfini yaşarsınız. Mevsimine göre yeşilli sarılı ve hatta kırmızılı yapraklar, renk renk çiçekler, rüya evleri ve cennet bahçeleri sizi bekliyor burada.
Burası sadece güzel bir köy değil aynı zamanda sanat tarihi açısından da önemli bir yer. Zaten bu güzelliğin temelinde yatan da sanatın hayatın merkezinde olması. Zira Barbizon Ressamlar Köyü olarak da anılıyor ve sanat tarihinde Barbizon Ekolü olarak geçen resim akımı adını ve kaynağını bu köyden alıyor. Çünkü 19. yüzyıl başlarından itibaren pek çok ressamın yolu buraya düşmüş, Barbizon’da çeşitli sanat atölyeleri kurulmuş, ekoller oluşmuş, köy ve çevresindeki doğa, özellikle hemen yanı başındaki Fontainebleau Ormanı pek çok ressama ilham kaynağı olmuş. Tabii bu işler sadece ilham kaynağı ile de olmuyor.
İlhamsız hiçbir şey mümkün değil elbette ama ressamların hayatlarını sürdürebilmesi için öncelikle sanata verilen değer önemli, sonra da sanatçının yetişeceği, kendini geliştirebileceği sanat ortamı. Bunların hepsi, Fransa’nın pek çok yöresinde olduğu gibi Barbizon’da da mümkün olmuş ve burası sadece Fransız ressamlar için değil, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ressamların da çalışmalarını yaptığı bir yer halini almış, böylece Barbizon Ressamlar Köyü olarak anılmayı hak etmiş. 19. yüzyıl başları diyorum, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ressamlar diyorum, resim diyorum, sanat diyorum, daha ne diyeyim…
Barbizon’a vaktiyle yolu düşen sanatçılar arasında Alman ressamlardan Ludwig Knaus ve Albert Brendel, Amerikalı ressam William Morris Hunt, İsrailli ressam Jozef İsraëls, Hollandalı ressam Willem Roelofs yanında Fransız ressamlardan Jean-François Millet, Théodore Rousseau, Constant Troyon, gibi önemli isimler var. Zaten Barbizon’da özellikle Jean-François Millet’nin derin izleri bulunuyor. Bir zamanlar çalışmalarını yaptığı atölye evi günümüzde Maison Atelier Jean-François Millet adıyla müze olarak gezilebiliyor. Ve bizden de Şeker Ahmet Paşa da Paris’te yaşadığı yıllarda Barbizon Ekolü’nden etkilenen ressamlar arasında yer alıyor.
Bu küçücük köyde başka müzeler de var: Her şeyden önce buraya kadar gelmişken görmeniz gereken yer Musée Départemental des Peintres de Barbizon – Barbizon Ressamları Müzesi olacaktır. Burası eski bir otel, daha doğrusu bir tür pansiyon. Vaktiyle burada ressamlar konaklamış, çalışmalarını bu müzenin odalarında gerçekleştirmişler. Bu müze de ayrı bir konu başlığı olmayı hak ettiği için bu linkte yazısı hazır…
Müze mi sanat galerisi mi olduğuna bir türlü karar veremediğim bir diğer mekan ise Besharat Gallery. Burası nefis bir tarihi evin içinde bulunan çok güzel bir müze-galeri. Müze dememin nedeni ise parayla gezilmesi. Biz gezdiğimizde kişi başı 5€ vermiştik ki buna değiyordu inanın. Burası da çok güzel bir yer, hazır buralara kadar gezmişken Besharat Gallery‘yi de gezmekte yarar var. Minik bir bienal turu atmış kadar oluyorsunuz.
Bunların dışında da pek çok sanat galerisi var Barbizon’da. Ben yaklaşık 8-10 tane saydım. Bizim vaktimiz birkaç tanesini gezmeye yetti. Zaten önce Barbizon Ressamları Müzesi‘ni, sonra da Besharat Gallery‘yi gezdik. Maison Atelier Jean-François Millet‘yi gezmeyeyse vaktimiz yetmedi. Akşam oluyordu, operaya yetişmemiz gerekiyordu. O nedenle burayı bir başka sefere bıraktık. Bilmem o bir başka sefer ne zamana denk gelir artık…
Barbizon’da birbirinden güzel restoranlar da var… Biz Le Royal diye bir yerde yedik. Köşede, mütevazı, hoş bir restorandı ama vaktiniz varsa, uzun oturmayı düşünüyorsanız daha güzel yerlerde de yiyebilirsiniz. Zaten bir tane sokak var, o sokağı iki tarafa doğru boylu boyunca yürüyün, gözünüze kestirdiğiniz bir yerde de oturup afiyetle yemeğinizi yiyin. Kapı aralarından avlu içlerine bakmayı unutmayın, nerelerde neler saklı. Hep söylediğim gibi, Fransa’da sadece büyük şehirlerde değil, en ücra köylerde bile inanamayacağınız kalitede restoranlara rastlayabilirsiniz. Menüsünde romlu kavun bile bulunan mütevazı restoranlar görmeye hazırlıklı olun, bilmem kaç Michelin yıldızlı restoranlar da…
Barbizon yılın her mevsimi hayatın devam ettiği bir yer ama sanırım -kar yağmadıkça- kışın gitmeyi pek önermem. Noel zamanı sevimli olabilir ama ilkbahar ve sonbaharda çok daha güzel olur, yazın zaten masmavi göğün altında her şey güzel. Bilemiyorum, ben yine de Nisan-Ekim arası görülse iyi olur diyeyim. Başka zaman gidip de beğenen olursa lütfen yorumda paylaşıp bizi de haberdar etsin. Konaklama için de son derece şık ve pahalı seçenekler bulunuyor Barbizon’da. Özellikle köyün en özel yapılarından Hôtelerie du Bas-Bréau‘da konaklamak, hiç değilse bir şeyler yiyip içmek hoş olabilir. Bir de lüks spa-otel Hôtel Pleiades var ki orası da başka bir güzel. Gördüğünüz üzere burası pek öyle ineklerin sokaklarda gezdiği, köylülerin kahvede okeye döndükleri bir köy değil. Ben zaten Fransa’da bugüne kadar öyle bir köy de görmedim…
Fontainebleau Şatosu ve/veya Vaux le Vicomte Şatosu gezilerinizden birinde geçerken uğrayabileceğiniz Barbizon’da keyifli vakit geçireceğinize inanıyorum. Bu güzel köye gelin, ana caddede bir tur atın, müzelerini, sanat galerilerini gezin, sonra bir arka sokaktan villaları seyrede seyrede rüyalara dalın, sonra da yolunuza devam edin. Emin olun unutulmaz bir gün olacaktır.
Keyifli geziler, keyifli keşifler…
Web Adresi: barbizon.fr
Adres: 77630 Barbizon
Paris’e Birkaç Saat Mesafede Görülmeye Değer Diğer Yerler:
4 Comments
Gerçekten de ne harika köyler, buralarda yaşamak büyük bir şans, doğaya insana değer verince çok güzel yaşanılası yerler oluyor tabiki, gezilecekler listesine eklendi tşk.ler
Ben teşekkür ederim.
Merhaba Paris’e giderken yazılarınızı okuyorum. Teşekkürler, çok detaylı bir blogunuz var. Sadece bu yazınızda Barbizon ekolünden etkilenen ressamların arasına Şeker Ahmet Paşa’yı da ekleyebilirsiniz. Türk Resim Sanatı’nın önemli ressamlarındandır.
Hemen ekledim, çok teşekkür ederim…