(Son Güncelleme: 02.04.2024) – Yakın gelecekte uzun sürecek bir restorasyon çalışması nedeniyle kapanacak ancak henüz tarih netleşmedi) Paris’in en tartışmalı yapılarından biri, Centre Pompidou’dayız… Adını Fransa’nın İkinci Dünya Savaşından sonraki ikinci Cumhurbaşkanı George Pompidou’dan alan yapı bu yıl 47. yaşını kutluyor. 1977’den günümüze 150 milyonu aşan sayıda ziyaretçi çekmeyi başarmış çok ilginç bir kültür – sanat merkezi. Fransa’da özellikle cumhurbaşkanlarının kültür sanat konularında anıtsal yapılar inşa ettirmeleri bir gelenek…
Evet, genel algı bu binanın bir modern sanatlar müzesi olduğu yönündeyse de aslında Centre Pompidou aynı zamanda dev bir kütüphane, sergi salonları, kafe ve restoranlardan oluşan çok kapsamlı bir kültür merkezi. Yapının mimarlarıysa Renzo Piano, Richard Rogers ve Gianfranco Franchini.
Paris’in orta yerinde Châtelet ve Marais‘nin ortasında, Beaubourg olarak alınan semtte bulunan Centre Pompidou, alışıldık klasik Fransız mimarisinin aksine çok iddialı, modern bir çizgide inşa edilmiş epey tartışmalı bir yapı. Mimarlık tarihi bilgim sınırlı olduğu halde, sıradan bir insan olarak bu binayı beğenip beğenmediğime hâlâ karar verebilmiş değilim ama emin olduğum tek bir şey varsa binanın kesinlikle Paris’in dokusuna yakışmadığıdır. Mimari çizgisini, iddialı tasarımını geçtim, boyut olarak bile Paris’in birbiriyle uyumlu yapıları arasında kabına sığmayıp taşan “ben buradayım” diye bağıran tuhaf bir hali var sanki.
Belki Paris’in göbeğine değil de Paris’in modern yüzünü yansıtan La Défense‘a yapılsaymış, çok daha yerinde bir karar olur, bulunduğu ortama daha çok yakışırmış. Kaldı ki Ekim 2014’te Bois de Boulogne tarafında açılan ve son derece çağdaş bir yapı olan Fondation Louis Vuitton çevresiyle o kadar uyumlu ki insan neden şehrin ortasına Centre Pompidou gibi “absürt” bir bina yapmışlar diye kendine sormadan edemiyor. Bastille Operası da ayrı bir hikaye…
Üstelik Ocak 2015’te Parc de la Villette‘te açılan Paris Filarmoni de aynı şekilde çağdaş bir bina ama o da Centre Pompidou gibi gözü rahatsız etmiyor. Nisan 2016’da Pompidou’nun iki adım ötesine yeniden inşa edilen Forum des Halles de dev boyutlarına rağmen mütevazı yüksekliği nedeniyle çevreyle görece çok daha uyumlu. Bir başka çağdaş yapı olan Fransa Ulusal Kütüphanesi – François Mitterrand binası da şehrin biraz dışında kaldığı için gayet güzel duruyor.
Yine de yıllar önce, çocukken Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi’nde bu yapıyı ve önünde sere serpe uzanıp dinlenen insanların resmini gördüğümde hissettiğim duygunun aynısını bu binanın önünden her geçişimde hissederim; bu küçük anı bile Centre Pompidou’yu benim için önemli kılıyor.
Binaya baktığınızda belediye mühürlemiş de inşaatı iskeleleriyle birlikte yarım kalmış gibi bir izlenim uyanabilir kafanızda ama aslında binanın dışını çepeçevre saran o renkli boruların birer anlamı var; şöyle ki:
Mavi borular havalandırma, sarı borular elektrik, yeşil borular su sistemini belirlerken kırmızı renk asansör ve yürüyen merdivenlerin algılanmasını amaçlıyor.
Centre Pompidou’nun önemi, mimarisi kadar içinde barındırdığı modern sanat eserlerinden kaynaklanıyor elbette. Öyle ki Louvre Müzesi ile başladığınız gezinize, Orsay Müzesi ile devam edip Centre Pompidou ile bitirirseniz sanat tarihinin önemli eserleri konusunda doğru bir kronolojide fikir sahibi oluyorsunuz. Dali, Kandinsky, Andy Warhol ve Picasso‘nun da aralarında bulunduğu pek çok önemli sanatçının eserleri burada sergileniyor.
Kalıcı koleksiyon ve dönemsel sergiler için ayrı ayrı bilet almak gerekiyor. Dilerseniz hiçbir sergi salonunu gezmeden sadece altıncı kata çıkıp Paris manzarası izlemek için de ayrıca satılan biletten alabilirsiniz.
Girişteki bilet kontrolünden sonra yürüyen merdivenle uzuuun bir yolculuk yapıp dördüncü kata çıkıp gezinize böyle başlıyorsunuz, sonra katları geze geze aşağı iniyorsunuz. Meşhur yürüyen merdivende üst katlara çıkarken modern bir binanın içinden Paris’i izlemek ayrı bir keyif.
Devasa salonlarda birbirinden ilginç eserlerin bir kısmı sanatseverler için zorlayıcı olabilse de burayı görmek Paris gezisinin olmazsa olmazlarından biri. Belki daha sonraki gelişlerinize de bırakabilirsiniz ama ne yapıp edip Centre Pompidou’yu da görülecek yerler listesine almanızı öneririm. Üstelik müzenin teras katında bulunan panoramik manzaralı şık restoranında yemek yeme fırsatı bulabilirseniz gerçekten çok hoş bir Paris deneyimi yaşamış olursunuz.
Zaten Centre Pompidou, Paris’te hayatın en canlı aktığı yerlerlerden birinde (Beaubourg) olduğu için mutlaka yolunuzun üzerinde karşınıza çıkacaktır. Gezinizin öncesi ya da sonrasında civarı gezip, ara sokaklarda kaybolmak, birbirinden ilginç ve güzel yerler keşfetmek için önemli bir noktada bu yapı.
Müze Salı günleri hariç haftanın her günü 11:00-21:00 saatleri arasında açık. Ayrıca, her ayın ilk pazar günü de ücretsiz olarak gezilebiliyor. Müzenin 1 Mayıs’ta resmi tatil nedeniyle kapalı olduğunu da not ediverin lütfen. Güncel bilet fiyatları, dönemsel sergiler ve diğer detaylar için yazının sonunda yer alan resmi web sitesini inceleyebilirsiniz.
Toplu taşıma ile ulaşım için en yakın metro istasyonu 11 numaralı hattın “Rambuteau” durağı ama aslında M1, M4, M7, M11, M12 ve M14 metro hatlarıyla Châtelet ya da RER-A, RER-B, RER-D’nin Châtelet-Les Halles durağında inip 5-10 dakikalık bir yürüyüşle buraya ulaşmanız mümkün.
Eğer modern ve/veya çağdaş sanatla ilgileniyorsanız Fondation Louis Vuitton, Palais de Tokyo ve Paris Modern Sanat Müzesi‘ni de görmenizi tavsiye edebilirim. Bir de Paris’in biraz dışında, Ressamlar Köyü olarak anılan Barbizon‘da bulunan Besharat Gallery de alternatif destinasyonunuz olabilir. Centre Pompidou gezisi öncesi ya da sonrası civarda yapılabilecekler içinse Marais Bölgesi ve Châtelet yazılarına bir göz atabilirsiniz.
Sanatla kalın…
Keyifli geziler, keyifli keşifler.
Web Adresi: centrepompidou.fr/en
1 Comment
Ayın ilk Pazarıydı ve müzeyi ücret ödemeden gezdik. Ücretsiz gezebleceğimiz müzeler listesine sizin sayfanızdan ulaşmıştık.
Oldukça kapsamlı bir koleksiyonu var müzenin. Çok beğendik.