(Son Güncelleme: 01.09.2025) Paris’teyiz, elbette bir yandan gezip tozup, bir yandan da kafe ve restoranlarda oturup bir şeyler yiyip içeceğiz. Birbirinden şık ve sevimli restoranlar, hoş kafeler, neredeyse her köşe başında bulabileceğiniz bistrolar, brasserie’ler… Hepsi farklı menü seçenekleri ile sizleri ağırlamaktan zevk duyacaklardır… Zevk duyacaklar mıdır gerçekten? İşin o kısmı biraz muallak 🙂
Çünkü Fransız garsonların suratsızlıkları ve yavaşlıkları dünyaca meşhur… Yine de ben bu kadar sürede onlara alıştım, bana artık tuhaf gelmiyor; hatta bazen çok sevimli garsonlara rastlayınca altın madeni bulmuş gibi bile olabiliyor insan… Ama Türkiye’deki çözüm odaklı, pratik zekalı, hizmet kültürü yüksek garsonların yanında Paris’teki garsonlar size epey bir kötü gelecektir. Doğrusunu isterseniz suratsız dediğimiz garsonlar çoğunlukla Paris’te bulunuyor, çünkü Temmuz 2023’ten beri Nice’te yaşıyorum, inanın Nice‘teki ve Fransız Rivierası – Côte d’Azur bölgesindeki garsonlar çok daha güler yüzlü insanlar. Demek ki Paris’te metropol mutsuzluğu diye bir şey var 😉
Bu yazımda “nereye gitmeli, nerede yemeli?” den çok, Paris’te kafe ve restoranlarda nelerle karşılaşacağınız konusunda birkaç konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü kültürel farklılıklardan dolayı hayal kırıklığına uğramanızı istemiyorum.
Sabah kahvaltısı ile güne başlamak istiyorsanız, herşeyden önce kıyısından köşesinden bir Türk kahvaltısına yaklaşamayacağınızı aklınızın bir köşesine not edin ve “kruvasan+kahve“ye tav olmak için kendinizi alıştırın derim. Zaten şuraya tatile gelmişsiniz, alışkanlıklarınızı yaşamak yerine yerel kültürü deneyimlemek daha eğlencelidir ne de olsa.
Kruvasan yanında kahve yerine çay isterseniz büyük olasılıkla “sallama çay” içmeye hazır olun. Nadiren tek kişilik demlik çaydanlıkta da çay servisi yapıldığı oluyor ama genelde karşılaşacağınız manzara budur; o yüzden ılık ve kağıt tadında çayla güne başlamaya hazır olun 🙂
Şansınız varsa tereyağ, ekmek ve konsantre portakal suyu da menüye eklenebiliyor. Ama tereyağlarının muhteşem olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Özellikle “President” marka tereyağının “demi sel” (dömi sel) yani yarı tuzlu ürününü -normalde tereyağı yemeyen biri olarak- çok seviyorum. Ayrıca menüde sıkma portakal suyu varsa kaçırmayın ama konsantre olanlarını oldum bittim sevemedim gitti…
Öğlen ve akşam yemekleri için çeşitli menüler kapı girişlerinde yazılı oluyor. Gerçi el yazılarını okumak ve okuduğunu anlamak biraz zor ama yine de turistik bir bölgedeyseniz büyük olasılıkla İngilizce menüye ulaşmanız mümkün oluyor. Hatta bir keresinde bir arkadaşımın başına şöyle bir şey gelmiş: Gittiği restoranda garson Fransızca menü getirince arkadaşım “english?” diye rica etmiş, garson da bir süre sonra arkadaşıma Fransızca – İngilizce sözlük getirmiş 😀 Umarım siz böyle şeyler yaşamazsınız ve İngilizce menüye kolaylıkla ulaşırsınız 😉
Menülerde “formule (formül)” dedikleri çeşitli gruptaki yemekleri bir arada daha makul fiyata sunma gibi bir alışkanlık var; böyle olunca mutfağı yönetmek daha kolay olduğu için formül fiyatları daha avantajlı oluyor.
Formüller genellikle “Entre+Plat (antğe e pla)” yani antre artı ana yemek, “Plat+Dessert (plat e deseğ” yani ana yemek artı tatlı ya da hepsi birden “Entre+Plat+Dessert” şeklinde olabiliyor. Merak etmeyin, Paris’in merkezi bir yerindeyseniz genelde Fransız garsonlar İngilizce konuşuyor, hele ki gençlerse İngilizce konuşmaya bayılıyorlar.
Sadece kafe ve restoranlarda değil, herhangi bir yere ilk girdiğinizde sizi karşılayan görevliye mutlaka ama mutlaka “Bonjour (bonjuğ)” deyip onu selamlamalısınız. Aksi halde büyük kabalık yapmış olursunuz ve siz bu kabalığı yaptığınızın farkına varmadığınız için karşınızdakinin size kaba davranmasının nedenini “Fransızlar Fransızca konuşmayanlara kaba davranıyorlar” olarak değerlendirebilirsiniz.
Oysa ki Fransız kültüründe selamlaşma çok önemli ve tabii teşekkür etme ve bir şeyi rica etme de… Bu konuyla ilgili olarak Fransızla ilgili küçük ipuçları hakkında yazdığım Hayatınızı Kolaylaştıracak Birkaç Fransızca Kelime yazımı okumanızı öneririm.
Paris’te pek çok restorana rezervasyonsuz gittiğinizde açıkta kalma ihtimaliniz olabiliyor; o yüzden sizin için önemli bir yere gidiyorsanız önceden rezervasyon yaptırmanızı şiddetle öneriyorum.
Bir Paris’te kafe ve restoranlarda, kapıdan girdiğinizde garsonun sizi bir yere oturtmasını beklemeniz çok önemli; Hadi kafelerde bu çok geçerli değilse de restoranlarda kafanıza göre bir yere oturmaya kalkarsanız garsonlar kilitleniyorlar, ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Çünkü oturduğunuz yer onların servis sorumluluk alanı dışında olabilir ya da henüz oraya servis açılmamıştır. O yüzden sizi pek de kibar olmayan bir şekilde yerinizden edebiliyorlar ve bunu kesinlikle şahsınıza yapılmış bir hakaret olarak almayın, zavallımlar işleri altüst olduğu için şok geçiriyorlar.
Garson sizi karşıladı, bir yer bulup oturttu, elbette ki yerinizi değiştirmeyi talep edebilirsiniz ama çantanızı koymak için filan yan masadan sandalye almaya kalktığınızda da aynı şekilde şoka girebiliyorlar, o yüzen pek yapmamaya çalışırsanız hayrınıza olur.
Bir de Paris’te masalar genelde çok küçük. Türkiye’de kafe masası boyutlarındaki bir masa Paris’te yemek masası mantığında kullanılabiliyor; buna alışmanız biraz zor olabilir. Bir de masalar o kadar dip dibe ki, aynı masaya oturmuş hep beraber bir şeyler yiyip içiyormuşsunuz hissine kapılabilirsiniz hiç tanımadığınız insanların arasında 🙂 Dikkat etmeniz gereken bir diğer konu da çantanıza, cep telefonunuza sahip çıkmanız gerektiği… En eli yüzü düzgün bir mekanda bile kaşla göz arasında bir yankesiciliğe maruz kalabilir, Öteki Paris‘le tanışabilirsiniz. Benim başıma geldi de ondan söylüyorum. Gitti dağlar gibi Macbook’um 🙂 Siz siz olun, lütfen dikkatli olun.
Yerleştiniz, açsınız ve doğal olarak sipariş için menü bekliyorsunuz ama bekleyeceksiniz. Yok öyle “hey garson, evladım bakar mısın?” filan demeler, deseniz de zaten kazara görürse sizi “j’arrive (jağivv) yani “geliyorum” diyor kendileri ama gelmiyorlar hemen 🙂
Kendilerini ne zaman hazır hissederlerse o zaman gelip menü getiriyorlar ve yine ortadan kayboluyorlar, siz bir şekilde menüyü çözmeye çalışıyorsunuz ve bir beş on dakika daha bekledikten sonra -siz daha önce çağırmaya çalışsanız bile- onlar kafalarına estiği zaman masanıza teşrif edip siparişinizi alıyorlar; kazara soru sorup biraz daha düşünmek isterseniz o zaman bir sonraki sipariş alma turuna kalıyorsunuz, yapmayın derim 🙂
Sonra siparişinizin durumuna göre, antre ya da ana yemek geliyor. tatlıyı en son söyleyebiliyorsunuz. Size bir tavsiyem de, Türkiye’deki alışkanlıklarınızı sürdürmeye çalışarak yemeklerin içeriklerini değiştirmeye kalkmamanızdır, çünkü anlamıyorlar; anlamıyorlar ve aslında haklılar. İstanbul’dayken “Sezar salata istiyoruuum ama içinde Sezar sosu olmasıııın” gibi abuk taleplerde bulunan o kadar çok insan gördüm ki, burada bu alışkanlığı sürdürmeye kalkışmak biraz faydasız bir çaba olacaktır.
İçecek olarak şarap tercih ediyorsanız ve hangi şarabı seçeceğinizi bilmiyorsanız garsona danışmak nezakettendir; bayılırlar tavsiyede bulunmaya, iki saat anlatırlar 🙂 Bütçe yapıyorsanız ama yine de iyi bir şey içmek istiyorsanız “le vin de la maison” (lö van dö la mezon) yani ev şaraplarını gözünüz kapalı isteyebilirsiniz; ben şu ana kadar kötü bir ev şarabına denk gelmedim. Kırmızı şarap olarak favorim Côte du Rhone yöresinin şaraplarıdır…
Doğrusunu isterseniz içkiyle arası çok iyi olan biri değilim, o nedenle şarap kültürümün çok zengin olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu anlamda bir “sosyal içici” olduğum düşünülürse, herkes kadar benim de bir damak tadım elbette var ama kaliteli şaraptan anlamak gibi bir iddiam yok haliyle. İnsanlar bu işe yıllarını veriyor…
Öyle olunca da şarap kültürü konusunun önemini kabul etmekle birlikte detayları o kadar da ilgimi çekmiyor ama Pariste.Net okuyucuları arasında bu konuyu önemseyenler olduğunu biliyorum. Zaten bu yazıyı da şarap kültürüne ilgisi olanları böylesi bir müzenin varlığından haberdar olması için yayınlıyorum. Yine de kişisel şarap tavsiyem olarak Paris’te Bir Hafta kitabımda da yer yer değindiğim gibi kırmızı şarapta Côte du Rhone yöresi şaraplarını, beyaz şarapta Cheverny ya da Sancerre tercih ettiğimi söyleyebilirim.
Bu arada, Fransa’da menülerde şarap seçerken, ürünlerin yanında, parantez içinde AOP, AOC, IGP gibi ifadeler göreceksiniz. Bunlar şarabın kökeni ve kalitesi hakkında fikir veren resmi kısaltmalardır.
- AOC – Appelation d’Origine Controlée yani Kontrollü Menşe Adı
- AOP – Appllation d’Origine Protégée yani Korunan Menşe Adı
- IGP – Indication Géographique Protégée yani Korunan Coğrafi İşaret
- Vin de France – Fransa Şarabı
anlamlarına geliyor. Dilerseniz bu konuyu internetten araştırabilirsiniz ama özetle şarap menüsünde AOP ve AOC görürseniz bu, sıkı yönetmeliklere bağlı, standartları sıkı tutulan, yüksek kaliteli şarap demektir. IGP ise biraz da düşük kalitede, standartları daha esnek şarap oluyor. Vin de France ise üzüm seçkisinin belirli bir yöreye özgü olmadığı, standartların çok düşük tutulduğu şarap anlamına geliyor. Tabii sonuçta en önemli konu damak tadı. Bir şarap çok kaliteli diye hoşunuza gidecek diye bir şey yok; daha düşük kaliteli diye de kötü demek değil. Alkol sonuçta sağlığa zararlı bir şey ama yapım aşamasına kullanılan yöntemlerin sağlığınıza ekstradan zarar vermemesine dikkat etmekte yarar var diye düşünüyorum.
…
Bu arada suda marka takıntınız yoksa musluk suyu içebilirsiniz. Paris’te musluk suyu güvenle içiliyor; gerçi ılıksa pek çekilmiyor ama serin olduğu sürece tadı gayet güzel. Ben Paris’te yaşadığım on yıl boyunca eve hiç şişe suyu almadım, soğuk olmak kaydıyla hep musluk suyu içtim. Normal suyu “une carafe d’eau (ün kağaf do)” şeklinde isteyebilirsiniz. tabii “s’il vous plaît” diye lütfeni eklemeyi unutmuyoruz…
Tatlı olarak ekstra bir şey yemek istemiyorsunuz, kahve yanında küçük küçük tatlılar denemek sizin için ilginç olacaksa o zaman café gourmand (kafe gurman ya da kafe guğman) sipariş etmenizi öneririm. Genelde 10€ civarı bir fiyata bir kahve yanında küçük küçük tatlılar geliyor. Her restoranın farklı bir seçkisi oluyor ve içlerinden bir şeyleri illa ki seviyorsunuz. Yemeyi tercih etmediklerinizi de birlikte olduğunuz eşinizle dostunuzla paylaşırsınız; hoş olur. Bu café gourmand konusunda belki bir gün ayrı bir yazı yazarım.
Yediniz içtiniz ne güzel. Hesabı ödemek istiyorsunuz “l’addition s’il vous plaît” (ladisyon silvuple) yani “adisyon lütfen” dedikten bir beş on dakika sonra hesap geliyor. Kazara kredi kartı ile ödemek isterseniz bir beş on dakika daha beklemeniz gerekiyor çünkü çok zeki olanları dışında adisyonla birlikte kredi kartı makinesi getiren garsona pek rastladığımı söyleyemeyeceğim, sanırım bu ritüele bayılıyorlar 🙂
Hesabınızı ödedikten sonra bahşiş bırakma konusuna geliyor sıra. Büyük çoğunlukla servis hizmeti fiyata dahildir ve genelde bu adisyonda belirtilir o yüzden bahşiş bırakmanıza gerek yoktur. Hatta bu konuda bir Amerikalı ile bir garsonun konuşmasına şahit olmuştum, Amerikalı müşteri garsona ideal bahşiş oranını sorduğunda garson “bizim servis payımızı patronumuz ödüyor, bahşiş bırakmanıza gerek yok” demişti ve o günden sonra bahşiş bırakmadığım zamanlarda kendimi hiç kötü hissetmemeye başlamıştım ama bir gün bir Fransız arkadaşım, bir konuşma esnasında bahşiş bırakılmamasını çok ayıp bulduğunu söyleyince neye uğradığımı şaşırdım 🙂 Oysa ki diğer tüm Fransız arkadaşlarım bahşiş bırakılmaması konusunda hem fikirler… Yani bilemiyorum, siz dilerseniz üç-beş bir şeyler bırakın 🙂
Bir de siparişiniz geldiğinde garson adisyonu masaya bırakır. Paris’te turistken bunun “ödeyin de gidin” demek olduğunu sanıyordum ama öyle değilmiş 🙂 Siz yeni sipariş ekledikçe adisyonlar masada birikiyor, sonra da kalkmak istediğinizde ödemeyi buna göre yapıyorsunuz. Bazen de size servis yapan garsonun mesaisi bittiği için ödemeyi siz yemeği bitirmeden almak isteyebiliyorlar; bu bilgi de aklınızın bir köşesinde dursun.
Kafe ve restoranlarda en eğlenceli konulardan biri de tuvalet mevzudur. Her tuvaletin tarzı, kullanımı, ne bileyim bir şeyi illâ ki farklıdır. Genelde müşteri harici kullanımına sıcak bakmazlar ama yine de zor durumda olan insanları geri çevirdiklerini de görmedim. Bazı restoranların tuvaletleri için garsondan marka gibi bir şey almanız gerekebilir. Sokak tuvaletleri ile ilgili olarak da bu yazıyı okuyabilirsiniz.
Bir diğer ilginç konu da Paris’te kafe ve restoranlarda tuvalet lavabolarının, daha doğrusu muslukların çalışma prensibinin enteresan oluşudur. Musluğu nasıl açacağınızı bulmanız epey bir vaktiniz alır. Kimi normal musluklu olabileceği gibi kimisinde lavabonun altındaki bir butona basıp çalıştırmanız gerekir, kimisinde bu buton yerdedir, ayağınızla basmanız gerekir; bazen bir kolu çekersiniz, bazen itersiniz; illa ki oyuncaklıdır ve sinir bozucu olduğu kadar da eğlencelidir 🙂
Özetleyecek olursak, girdiğiniz yer bir kafe bile olsa ve amacınız sadece ve sadece bir kahve içmekse, oturması, sipariş vermesi, siparişin gelmesi, adisyon isteme, hesap ödeme aşaması, kredi kartı makinesini bekleme filan derken minimum yarım saatlik bir etkinliğe dahil olduğunuzu aklınızdan çıkarmamınızı öneririm. Paris’te sabırlı olmak en büyük erdemdir 🙂
Bir de bazı kafe ve restoranlarda “take away” servisi var. Yani siparişinizi orada yemiyorsunuz, başka yerde yemek üzere paket yaptırıyorsunuz. Zaten o tür yerler “burada mı yiyeceksiniz yoksa götürecek misiniz?” manasında “sur place ou à emporter?” diye soruyorlar. Orada yiyecekseniz “sur place” (sür plas ya da süğ plas), paket istiyorsanız “à emporter” (enporte ya da enpoğte) demeniz gerekiyor ve paket olarak almak her zaman için daha ucuza geliyor.
Şimdilik bu konuda aklıma gelenler bunlar. Elbette bu bahsettiğim konular ortalama bir kafe ve restoranda geçerli. Çok çok lüks bir yere gittiğinizde doğal olarak aldığınız hizmetin kalitesi ve şekli de değişiyor. Daha mı iyi oluyor? Buna her zaman garanti veremem…
Bu yazıyı okuduktan sonra bir Paris ziyaretinizde, kafe ve restoranlarda otururken karşılaşacağınız tuhaflıklar karşısında bu satırları hatırlamanızı, mümkün olduğunca sabırlı olmanızı ve beni tebessümle anmanızı rica ediyorum. Zaten Paris’te Bir Hafta kitabımda da bu konuları sık sık dile getiriyorum, o kitabımı da zevkle okuyacağınıza inanıyorum.
Ağzınızın tadının hep yerinde olması dileğiyle; afiyet bal, şeker olsun.
İlgili Yazı: