(Son Güncelleme: 03.09.2024) “Bir şehirde gezilecek görülecek yerler arasında mezarlığın ne işi var?” diye düşünüyor olabilirsiniz ama bu yazıyı okuduktan, fotoğraflara baktıktan, hele ki gidip Père Lachaise Mezarlığı‘nı gördükten sonra tüm fikrinizin değişeceğine eminim.
1804’te açılmış olan yaklaşık 44 hektarlık bu devasa mezarlık daha çok park gibi, bahçe gibi, açık hava müzesi, sanat galerisi gibi bir yer. Nasıl huzurlu nasıl güzel. Gerçi benim için en huzur dolu, en “keyifli” mezarlık Toronto’dakiydi ama yine de burası sanat-estetik-şan-şöhret bakımından çok daha önemli bir yer elbette. Tabii bir de Karacaahmet’i severim, servi gölgesinde uyuyan insanların mezarlarına bakar, orada yatan yakınlarımı ziyaret eder; her ziyaretimde yaşam hakkımı daha iyi, daha verimli, daha kaliteli kullanmam gerektiğini hatırlarım.
İsterseniz yazıyı okumadan önce Pere Lachaise Mezarlığı’nda Pariste.Net TV‘de yayınlanmak üzere sizler için çektiğim ve ünlülerin mezarlarının yerlerini gösteren aşağıdaki videoyu da izleyebilirsiniz. Tabii yazıyı okumak size daha çok detayı öğrenmenizi sağlayacaktır.
Père Lachaise (per laşez ya da peğ laşez) Fransa’nın en ünlü simalarının ebedi istirahatgahı olmakla birlikte dünyadan da pek çok ünlü isim bu mezarlıkta son uykularını uyuyorlar. Ama benim açımdan burada kimlerin yattığı kadar mezarlığın atmosferi; yan yana dizili anıt mezarların muhteşemliği yanında yaşam, ölüm ve estetiğin bir aradalığını iliklerinize kadar hissedebileceğiniz bir ortam olmasıdır önemli olan.
Mezarlıklar pek çok insan için ölümle yüzleşme korkusunu içinde barındırıyor olabilir, hatta İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı girişine kocaman puntolarla yazdıkları gibi “Her Canlı Ölümü Tadacaktır” ayetiyle bu gerçeğin altı fazlasıyla çizilmiş de olabilir ama benim için mezarlık, ölüm gerçeğinin yadsınmazlığı kadar, şu an hayatta oluşumuzun, nefes alıyor olmanın kıymetini bilmenin, tadını çıkarmanın, vakti boşa geçirmemenin önemini vurgulamak için bir vesile aynı zamanda. “Hayattayız, yaşıyoruz, o halde hakkını verelim” diye düşünürüm hep.
Zaten kapıdan girdiğiniz anda bir mezarlığa değil de park bahçe gezmesine gelmiş gibi hissediyorsunuz Père Lachaise Mezarlığı’nda. Binlerce heykel, anıt, yapı, hepsi yan yana dizilmiş, sizin detayları yakalayabilecek meraklı bakışlarınızı bekliyor.
Bir yaz günüyse ağaç gölgesinden faydalanıyorsunuz, ilkbaharsa çiçek çiçek her yer; sonbaharsa sarılı kırmızılı yaprakların dansı, kışsa tüm gotik havanın kasveti… Her iklimde gezmesi ayrı güzel bir yerdesiniz işte, daha ne olsun.
Burada yatan ünlü isimler arasında kimler yok ki? Rossini, Bellini, Baron Haussmann, Peter Abelard, Balzac, Georges Bizet, Maria Callas, Chopin, Auguste Compte, La Fontaine, Molière, Yves Montand, Jim Morrison, Edith Piaf, Marcel Proust, Oscar Wilde ve daha niceleri…
Bizden de iki ünlü isim Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya‘nın da mezarları burada yer alıyor ve her ikisinin de mezarı her daim çiçeklerle ve notlarla süslü oluyor. Bu mezarların yerlerini nasıl bulacağınızı, yazının ilerleyen bölümlerinde tarif etmeye çalışacağım.
Mezarlığı iki şekilde gezebilirsiniz: Birincisi, sanki park-bahçe geziyormuşsunuz gibi gözünüze en güzel görünen yoldan rastgele ilerleyerek; ikincisiyse, ziyaret etmek istediğiniz ünlülerin mezarlarının yerlerini önceden plan üzerinde bularak en uygun rotayı takip ederek.
O zaman daha önceden edindiğiniz bir plan üzerinden ilerleyebilir ya da mezarlık girişindeki panodan aradığınız ismi bularak yolunuzu bulabilirsiniz. Soyada göre sıralanmış listede görmek istediğiniz ünlülerin mezarlarının “division (divizyon)” üzerinde yani hangi adada olduklarını not almanız, yolunuzu buna göre çizmeniz gerekiyor.
Çünkü mezarlığın her köşesinde division numaraları yeşil tabelalarda yazıyor ama ünlülerin mezarlarının olduğu yerlerde herhangi bir tabela bulunmuyor. Sonuçta burası bir müze ya da sergi alanı değil; mezarlık… O yüzden gezerken çok dikkatli olmalısınız.
Her iki durumda da burada güvenle dolaşabileceğinizi söylemek isterim. Ortamın hafif kasvetli havası dışında ürkütücü ya da korkutucu herhangi bir durum söz konusu değil, önünüze çıkan yolları dilediğiniz gibi takip ederek Pere Lachaise Mezarlığı’nı doya doya gezebilirsiniz.
Gezinize başlamak için iki ya da üç farklı başlangıç noktası seçmek mümkün. Kimleri önce görmek istediğinize, önceliklerinize ve yokuş çıkarak mı yoksa inerek mi başlamanın daha kolay olduğunu düşünmenize bağlı olarak ilk hareket noktanızı değiştirebilirsiniz. Dilerseniz en popüler olan noktadan, yani metronun M2 ve M3 hatlarının geçtiği “Père Lachaise” istasyonu ile ulaşılan kısmından başlayalım.
İstasyondan çıkınca sağ taraftaki Boulevard de Ménilmontant‘a girdiğinizde sol tarafınızda mezarlık duvarının başladığını göreceksiniz. Dilerseniz hemen en baştaki küçük kapıdan girerek doğrudan Yılmaz Güney’in mezarına ulaşabilirsiniz.
O kapıdan girip merdivenleri çıktığınızda duvar boyunca düz devam ederseniz hemen ileride sol tarafta Yılmaz Güney‘in mezarı karşınıza çıkacak. Gerçi ben Père Lachaise Mezarlığı’na aşağıdan gireceksem bu kapıdan girmeyi değil, biraz ilerideki ana kapıdan girmeyi tercih ediyorum. Çünkü bu küçük kapıdan girince sanki bayramda mezarlık ziyaretine gelmiş gibi hissediyorum kendimi, oysa ana kapıdan girince gerçekten mezarlık gezmeye geldiğimi anlıyorum. Çünkü ana girişin tam karşısındaki yol o kadar güzel ki… Bu yolun iki yanı çiçeklerle süslü ve tabi çeşit çeşit anıt mezarlarla. Örneğin sol tarafta Rossini‘nin ve Baron Haussmann‘ın mezarlarını görmeniz mümkün.
Ana kapıdan girip doğrudan Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarlarına ulaşmak istiyorsanız yukarı doğru yürüyüp, ilk sola dönmeniz gerekiyor. Oradan dümdüz, hiçbir yere sapmadan devam ederseniz, yollar çatallaştığı zaman da hep soldan ilerlerseniz biraz sonra sol tarafınızda 62 numaralı division‘u göreceksiniz, işte oranın en aşağı tarafında, yani yol hizasında Yılmaz Güney‘in mezarı var.
Tekrar geri dönüp hiç sapmamış gibi yolunuza devam ederseniz yol kıvrılarak yukarı çıkacak ve 71 numaralı division‘a ulaşacaksınız. İşte Ahmet Kaya’nın beyaz mermer mezarı da sağınızda, yol üstünde sizi bekliyor olacak:
Ahmet Kaya’nın mezarına ne zaman gitsem dilime “Kum Gibi” şarkısı takılıyor. “Bırak da dolanayım ayaklarına, kum gibi, kum gibi ezip geçme” dediğini duyar gibi oluyorum Ahmet Kaya’nın, duyar gibi olmuyorum da resmen duyuyorum diyelim; şarkı hep beynimde yankılanıyor. Her daim çiçekle ve hayran notlarıyla süslenmiş bu mezarın başından ayrılası gelmiyor insanın.
O kadar ki, Pariste.Net TV için burada Vlog çekimi yaparken bir rüyamı gerçekleştirdim ve arkadaşım Hanifi’den benim için bu şarkıyı Ahmet Kaya’nın mezarı başında okumasını rica ettim. İzleyin bakalım beğenecek misiniz?
Ahmet Kaya’nın ve Yılmaz Güney’in hristiyan mezarlığında gömülü olması size tuhaf gelebilir ama durum düşündüğünüz gibi değil. Çünkü burası -aslında- bir hristiyan mezarlığı değil… Burada hristiyan, yahudi, müslüman, budist, ateist ya da dinini bilmediğim pek çok insan yan yana yatıyor. Yaşarken -belki- eşit olamamış binlerce insan burada yan yana yatıyor. Çünkü ölüm herkesi eşitliyor.
Neyse, biz gezimize devam edelim: Ahmet Kaya’nın mezarından yukarı yürüyüp ikinci sağdan dönüp yürürseniz, ilerideki meydanda solda Balzac‘ın mezarı var ilginizi çekerse. Sonra yukarı doğru devam ederseniz üst kapıya yani M3 metro hattıyla gelinip “Gambetta” istasyonunda inilerek ulaşılan kısma geliyorsunuz. Bu giriş de son derece güzel. Pek çok anıtla ve anıt mezarla süslü son derece ilginç bir yer. Tabii buranın en ilginç yerlerinden biri Krematoryum…
Burası ölülerin yakıldığı yer. Malum, kimi insanlar öldükten sonra yakılmayı tercih ediyor. Gerçi benim bu konuda kafam biraz karışık. Ben insanoğlunun öldükten sonra gömülmesini daha anlamlı buluyorum. Doğup yeryüzünde bir hayat sürüp öldükten sonra dünyadayken hiçbir işe yaramamışsa bile en azından öldükten sonra doğaya bir faydası oluyor sanki insanın; kurda-kuşa, çiçeğe-böceğe bir faydası oluyor.
Yakılma işlemi ise bana çevre kirliliği gibi geliyor ama yalan olmasın, yakıldıktan sonra küllerimin bir vapurun güvertesinden Boğaziçi’ne serpilmesi fikri de cezbetmiyor değil hani 🙂 Ama yok, kimin ne olacağı bilinmez ama sanırım benim son durağımın Karacaahmet olmasını istiyorum ben; doğduğum hastanenin tam karşısında uyumak istiyorum son uykumu, dünyada onca yeri dolaşıp da sonuçta sadece caddede karşıdan karşıya geçebilmiş olmak fikri çok hoşuma gidiyor…
Pere Lachaise Mezarlığı’ndaki krematoryum uzaktan cami gibi duruyor. Bir gidişimde bir budist cenazesine denk gelmiştim. Camiye benzeyen bir yapının çevresi de her dinden ölünün yattığı bir mezarlık… İnsanın kafası allak bullak oluyor.
Krematoryum çevresinde olduğu gibi bodrum katında da galeriler şeklinde düzenlenmiş bölmeler bulunuyor. Bu bölmelerin içinde yakılmış ölülerin külleri saklanıyor. Gerçekten çok değişik bir görüntü.
Örneğin Maria Callas’ın yakıldıktan sonra küllerinin bir süre saklandığı yeri görmek istiyorsanız krematoryumun ön cephesinde, yol tarafında bulunan merdivenlerden aşağı inmeniz, alt kapıdan girer girmez sola dönerek “J” koridorundan ilerlemeniz gerekiyor. Az ileride solda 16258 numaralı bölümde Maria Callas’ın külleri için ayrılmış bölüm karşılıyor sizi. Callas’ın külleri bir dönem burada tutulmuş, sonra vasiyeti üzerine külleri Ege Denizi’ne serpilmiş…
Krematoryumun arka tarafındaki galerinin arka duvarından yol boyunca devam ederseniz, biraz ilerde solda 89. division’a ulaşacaksınız. Oradan sola girdiğinizde de biraz ilerde, sol tarafta karşınıza Oscar Wilde’ın dev mezarı çıkacak… Oscar Wilde’ın mezarı gerçekten çok ilginç.
Hem anıt mezarın büyüklüğü hem de mezar taşının önündeki camdaki ruj izli öpücüklerin bulunduğu kısım bu mezarın değişik bir havaya sahip olmasına neden oluyor. İnsanlar da bir tuhaf; nasıl bir sevgiyse artık gidip bu camı öpüp dudak izlerini bırakıyorlar. Sevgi gösterisi olarak alıp öyle kabul etmek lazım tabi. Sonuçta severim aynada ya da cam üzerindeki dudak izlerini…
Zaten mezarlıklar ölüler için değil diriler için değil midir? Giden çoktan gitmiş, geride kalanlar bu akıl almaz olay karşısında akıllarını yitirmemek için kendilerince bir yöntem geliştirmişler, cenaze törenlerini ve mezarlıkları kurgulamışlar sanıyorum. Giden özleniyor çünkü, elden de bir şey gelmiyor. O yüzden dikiliyor bunca taş, o yüzden korunup saklanıyor bunca mezar. Ölülerimizi en son bıraktığımız yerde bulduğumuzu sanıyoruz her mezarlık ziyaretimizde; aslında buluştuğumuz kendimiz, kendi gerçekliğimiz değil mi her seferinde?
Oscar Wilde’ın mezarından geri dönüp yürüdüğünüz yola ulaştığınızda, rotanızı hiç değiştirmeden dümdüz devam ederseniz bir süre sonra bir yokuşun başına geleceksiniz. İşte o yokuştan aşağı inmeye başladığınızda gözünüz sol tarafta olsun, çünkü solda, tam yolun üstünde değil de biraz iç tarafta Edith Piaf’ın ailesi ile paylaştığı mezarını göreceksiniz 97. division‘da.
Kulağıma Edith Piaf şarkıları yankılanıyor her seferinde. Hayatlar, başarılar, mutluluklar ve mutsuzluklar. Sırasını savıp göçüp gitmeler sonra.
Yokuş aşağı inmeye devam ediyoruz… Yol bitince sağdan devam ederseniz bu kısımda mezarlık çok daha mistik bir hal alıyor. Çukur sanki derinleşiyor, sağ tarafta yükseltiler üzerinize üzerinize gelecekmiş gibi oluyor.
Bir süre sonra yol çatallaşınca sağdan devam ederseniz biraz ileride soldan içeri giriyorsunuz ve az daha yürüdükten sonra, 6. division’da en popüler bir yere, Jim Morrison’ın mezarına varıyorsunuz. Zaten herkes yana yakıla orayı arıyor.
Yolda birini durdurup aradığınız yerin tarifini rica etmek son derece olağan bir şey Pere Lachaise Mezarlığı’nda. O yüzden size böyle bir soru gelebilir, siz de rahatlıkla birilerine aradığınız mezarın yerini sorabilirsiniz.
Jim Morrison’ın mezarı diğer ünlülerin mezarına göre daha bir sade, daha bir arada derede sanki. Yine de seveni ve ziyaretçisi çok; ne zaman gitsem başında illa ki birileri oluyor. Mezar fazla gösterişli değil, yanına da fazla yaklaşamıyorsunuz ama yine de burası pek çok kişi için çok çok önemli…
Buradan yolunuza devam ederseniz ortada bir heykelin bulunduğu, yukarıda fotoğrafını gördüğünüz yuvarlak yeşil bir adaya geliyorsunuz. Oradan sola sapıp sonra sağa içeri girerseniz ya da benim gibi direkt adanın sol çaprazından mezarların içine dalıp arkadaki yola ulaşmayı denerseniz Chopin’in mezarına varıyorsunuz. Bu mezar da çok hoş gerçekten.
Ben Chopin’in mezarının Varşova’da olduğunu sanıyordum ama bir Varşova gezim sırasında Chopin’in kalbinin Varşova’da, cenazesinin Paris’te olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Bir insanın kalbini başka yere gömülüp bedenin başka bir yerde gömülmesi çok trajik gelse de işin aslı şöyle diye biliyorum:
Chopin diri diri gömülmekten o kadar çok korkarmış ki, öldüğü zaman öldüğünden emin olunması için kalbinin sökülmesini vasiyet etmiş! Sonuçta o mezarı da bu ek bilgiyle ziyaret ederseniz siz de benim gibi karışık duygular içinde olabilirsiniz.
Chopin’in mezarının sağ alt çaprazında, 7. divisionda kalan bölgede Helosie ve Abelard‘ın mezarları bulunuyor. Üniversite’de, orta çağ felsefesi dersinde, Heloise ile ona büyük bir tutkuyla bağlı, aşklarını büyük bir hevesle okuduğum “Bir Mutsuzluk Öyküsü-Historia Calamitatum” un filozofu Abelard’ın mezarları da Père Lachaise Mezarlığı’nda bulunuyor.
Chopin’in mezarının hemen üst çaprazında ise Bellini‘nin mezarı var, ince uzun bir sütun şeklinde dikilmiş mezar taşı; buralara kadar gelmişken, ona da bir uğrayın, ayıp olmasın, hak geçmesin… Bellini’nin mezarı biraz içeride kalıyor, sonra yukarı doğru yürüyüp yola ulaşmanız gerekiyor. Yola ulaştığınız yerden sola devam ederseniz harika bir alana geliyorsunuz. Aşağıda mezarlığın ana kapısına doğru uzanan yeşil yol yukarıda da nefis anıt mezarlar. İnsanlar burada oturmuş dinleniyor, etrafı seyrediyor, hayatı belki de ölümü düşünüyor. Gerçekten çok enteresan bir ortam.
Buradan merdivenle aşağıya inerken başladığımız noktaya geri dönmüş oluyoruz. İşte benim için tipik bir Père Lachaise Mezarlığı turu bu şekilde tamamlamış oluyor. Unuttuğum ya da atladığım ünlü isimler varsa (ki mutlaka var) onlardan ve sizden özür diliyorum. Ve adını sanını bilmediğimiz pek çok isim, pek çok mezar, pek çok anıt yapı; hepsi burada yatıyor.
Özetle bana göre Pere Lachaise Mezarlığı, bir Paris gezisinin olmazsa olmazı, hangi hava koşullarında olursa olsun listenize dahil etmeniz gereken bir ziyaret noktası. Özellikle Paris’te Bir Hafta geçirecekseniz, burayı programınıza almanızı öneririm. Yukarıda saydığım isimler sizler için önemliyse, Paris’te 3 gece 4 gün geçirecek olsanız bile yolunuz buraya düşecektir.
20. arrondissement‘da bulunan Pere Lachaise Mezarlığı’na ulaşmak için söylediğim gibi iki seçenek var. M2 ya da M3 metro hatlarının “Père Lachaise” istasyonunda inip alt kapıdan girebileceğiniz gibi, M3 metro hattının “Gambetta” istasyonunda inip yukarıdaki kapıdan mezarlığa girip, yokuş aşağı geze geze dolaşmanız da mümkün. Hangi yolu tercih ederseniz, size çizdiğim çemberimsi rotanın bir noktasından ona göre geziye dahil olabilirsiniz.
Gezinizi bitirdiğinizde, aşağıdaki ana kapıdan çıkıp sola doğru yürürseniz Café l’Ami Justin adında hoş bir kafe-restorana ulaşacaksınız. Çok keyifli bir atmosferi var, “mezarlık gezisi” sonrası yorgunluğa birebir; tavsiye ederim.
Yemek sonrası sola dönüp devam ederseniz Nation tarafına ulaşırsınız, sağa dönüp devam ederseniz de Belleville tarafındaki Parc de Belleville – Belleville Parkı‘nı görmek ilginç olabilir.
Ah tabi bir de Paris’in diğer iki meşhur mezarlığı Montparnasse Mezarlığı özellikle de Montmartre Mezarlığı mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Hele bir de yer altı mezarlığı Catacombes var ki, akıllara ziyan bir yer…
Bu arada Pere Lachaise Mezarlığı sabah en erken 08:00’de akşam da en geç 18:00’de kapanıyor ve bu saatler aylara ve tatil günlerine göre değişiyor. Siz en iyisi mi açılış saati 09:00 kapanış saati 17:30 olarak düşünün ki gittiğinizde kapıda kalmayın ya da gezerken turunuz yarım kalmasın.
Gördüğünüz gibi Paris’te mezarlık gezmek açık hava müzesi ya da sanat galerisi gezmek gibi bir şey, bir o kadar da park ve bahçe; yani nefis bir doğa güzelliği her mevsim. O yüzden bir Paris gezinizde burayı da mutlaka gezip görün derim.
Ve şunu hiç aklınızdan çıkarmayın: Hepimiz bir gün öleceğiz… O yüzden bu hayatın kıymetini bilin, olabildiğince tadını çıkarın, yapmak isteyip de beklettiğiniz şeyleri daha fazla ertelemeyin. Hayat kısa, ölüm ani; güzel yaşayın, güzel bir hikaye bırakın ardınızda. Çözebileceğiniz sorunları bir an önce çözüp halledin, çözemeyeceklerinizi de olduğu gibi kabul edin, kendinizi yıpratmaktan vazgeçin.
Sağlıcakla…
Web Adresi: pere-lachaise.com/
Adres: 16 Rue du Repos, 75020 Paris
17 Comments
Ahmet Bey Merhaba,
Buraya şu önemli belgenin linkini ekleyelim. Tesadüfen internette araştırma yaparken buldum. Meğer 1800’lerin sonlarına doğru Fransa hükümeti Pere Lachaise Mezarlığı’nda 85 no’lu adayı Paris’te ölen Türkler’e tahsis etmiş. Paris’in özellikle Osmanlı Türkiye’si döneminde bizim tarihimizdeki önemli yerine dair güzel bilgiler var bu belgede:
https://web.archive.org/web/20151126165206/http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/7166/001504893006.pdf?sequence=1
Ahmet Bey selamlar,
Mezarlık ziyaretlerine -kulağa garip gelse de- kış ayında hava durumundan bağımsız olarak Paris’te yapılabilecek en güzel etkinliklerden birisi diyebilirim. Paris kışının o kasvetli havası öylesine yakışıyor ki bu gezintiye, hani tabiri caizse sizi “havaya sokuyor” 🙂
Ben ziyaretime sizin videonuz eşliğinde başladım. Belirttiğiniz gibi turistik bir yer olmadığından eğer aradığınız biri varsa onu bulmak bazen oldukça çetrefilli olabiliyor. Sadece bulmak değil, bulunca fark etmek de o denli zor. Sayenizde Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarlarını son derece kolay bulabildim. Sonrasında ise bir sıra gözetmeden dolaştım. Yalnızca mezalar değil, özellikle dünya savaşlarında hayatını kaybedenlere adanan anıtlar da bir o denli görülmeye değer.
Evet bir sürü ünlünün istirahat ettiği yerleri görmek çok güzeldi ama ziyaretimin sonunda çıkışı ararken tesadüfen Romanya bayrağı ve çiçeklerle süslü bir mezarla karşılaştığım an benim için o günü unutulmaz kıldı. Mezarın üzerinde Enesco yazıyordu ki benim için gerçekten çok özel, klasik müziğe hayran olmamı sağlayan kişinin, George Enescu’nun ismine son derece yakın bir isimdi bu. İnternetten baktığımda Enescu’nun hayatının son döneminde Paris’te yaşamış olduğunu ve -özel isimleri bile sağolsunlar tercüme eden Fransızların- ona Enesco dediğini öğrenmiş oldum. Hiç beklemediğim bu karşılaşma beni öylesine derinden etkiledi ki. Ustanın Romanian Rhapsodylerini açıp, aldığım zevki katlayarak dinledim ben de…
Paris’in belki de en özel yanı bu, bu topraklar birçok insana göre hiçbir anlam ifade etmeyen ama sizin için çok özel olan sayısız keşif yapmanıza olanak tanıyor.
Sayenizde dağarcığıma yeni bir bilgi eklenmiş oldu. Çok teşekkürler.
merhaba, Paris’e ne zaman gidecek olsam yazılarınızı satır satır okuyorum zevkle. Yalnız bu yazının girişindeki “aklı evvel yöneticilerin astırdıkları söz” dediğiniz, Kuran’da geçen ve bize yaşarken ölümü ve sonrasını da hatırlamamız gerektiğini belirten bir ayet. Zaten bir mezarlığa girerken de aklımıza ölümün gelmesinden daha doğal bir şey yok. O cümleniz, görmeyi çok istediğim bu mezarlıkla ilgili yazınızı merakla okumaya başlamışken beni çok çok rahatsız etti.
selamlar..
Merhabalar,
Uzun bir tatilden yeni döndüğüm için yorumunuza yeni yanıt verebiliyorum; kusuruma bakmayın lütfen.
Öncelikle eleştiriniz için çok teşekkür ediyorum. Sanıyorum kendimi iyi ifade edememişim ki böyle bir rahatsızlığa neden olmuşum, özür dilerim.
Ölüm hepimiz için kaçınılmaz bir son, ölüm yokmuş gibi yaşamamız mümkün değil, o konuda hemfikiriz ama ölümün gözümüze gözümüze sokulması fikrine çok sıcak bakmadığımı eklemek istiyorum. Elbette kuran’da dendiği gibi “her canlı ölümü tadacaktır” ama bu ayeti Zincirlikuyu’da dev bir mezarlık kapısına yazmak fikri bana, nasıl desem, tuhaf geliyor. Mezarlık dediğimiz yer zaten ölüm konusunda ibret alınması gereken bir mekanken bir de bunu mezarlık kapısına asmak, bir şeylerin fazla altını çizmek gibi geliyor. Oysa İslamî geleneklere göre hazırlanmış tabutların üzerindeki yeşil örtüde yazan “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz” ayetinin, cenazeye gelip ölülerine son vazifelerini yapmak isteyen kişiler için büyük ibret olduğunu düşünürüm. Yani demem o ki her şeyin yeri ayrı diye düşünüyorum ve düşüncemi doğru ifade edememiş olabilirim. O nedenle yazıdaki ifademi de daha anlaşılabilir bir şekilde düzeltmeye çalışacağım. Tekrar teşekkürler.
Selamlar Ahmet Bey,
Bu mezarlığa girişte herhangi bir ücret ödemek söz konusu değildir umarım.
Selamlar Nursena Hanım,
Hayır herhangi bir ücret söz konusu değil, içiniz rahat olsun.
Keyifli geziler, keyifli keşifler…
Paristen Selamlar oncelikle 🙂 Sanirim verdiginiz bilgiler isiginda yarin ziyaret etmek istedigim kisilerin mezarlarini bulabilecegim 🙂 Cok tesekkur ederim verdiginiz bilgiler ve hoş anlatiminiz icin .
Selamlar 😉 Güzel yorumunuz için ben teşekkür ederim.
Harika bir tatil geçirmenizi dilerim.
Sevgiler…
Aralik 2016 ayinin son haftasi ziyaret ettim pere Laşezi
Kendimi acik hava muzesinde sandim Ahmet Bey.Paris'te gezilebilecek en muhim yerleri gördüm.
Itiraf etmeliyim ki en cok bu mezarlik ilgimi cekti.
Yasamla-ölüm arasinda gidip geliyor insan.
Ahmet Bey anlatim dilinize bayildim.
Inanin tekrar gitmek nasip olsa bu kez daha cok zaman ayiririm burayi gezmek icin.
Tesekkur eferim.
Merhabalar,
Değerli yorumunuz için çok çok teşekkür ederim. Burası benim için de çok özeldir. Hatta yakın zaman önce burada detaylı bir video çektim. Birkaç hafta içinde youtube kanalımda yayınlamayı planlıyorum, belki bu yazıya da koymak güzel olur.
Paris'e en kısa sürede yeniden gelmeniz dileğiyle.
Selamlar, sevgiler…
Merhaba Ahmet Bey, öncelikle ben de diğer okuyucular gibi blog unuza hayran kaldığımı belirtmek isterim, bir insan nasıl olur da Paris gibi karmaşık ve ucu bucağı olmayan sürekli sürprizlere gebe bir şehri bu denli altını üstüne getirerek, özümseyerek ve bu kadar akıcı bir dille anlatabiliyor aklım almıyor harikasınız! Yazdıklarınızı okudukça Pariste dolaşır gibi hissediyorum kendimi. Bu pazar Parise gelip 3 gece kalacağım. Bu benim Parise 3. gelişim olacak. Oraya ilk gelişimde 2006 yılıydı ve ben de Pere Lachaise i ziyaret etmiştim. Bu yazınızı okurken bir detay dikkatimi çekti, ben o tarihte geldiğimde Oscar Wilde ın mezarının önünde cam yoktu, herkes sfenks (ya da erkek melek tam anlayamıyorum o figürü) şeklindeki mezar taşını öpüyordu bir sürü öpücük izi vardı haliyle şimdi değiştirmişler prosedürü demek 🙂 Her neyse güzel bir Eylül akşamında Paris sokaklarında karşılaşmak dileğiyle mutlu kalın!
Merhaba Elif Hanım, ne güzel bir yorum böyle, çok teşekkür ederim.
Evet, şu an Oscar Wilde'ın mezarını bir cam paravanla korumaya çalışıyorlar ama bu kez de herkes o cama dudak izini bırakıyor, kaçış yok 🙂
Umarım bu gelişinizde de unutulmaz bir tatil geçirirsiniz.
Dünya küçük, Paris daha da küçük, bir bakarsınız karşılaşıveririz bir yerlerde…
Mutlu günler
yazılarınızın bır cogunu okudum ve teşekkur etmek ıstedım 🙂 hem esprılı dılınız hem de sıkıcı olmayan cok hos anlatımınız ıcın 🙂 onumuzdeki cumartesı parısteyız bızım ıcın cok basarılı bır rehber oldu tesekkurler 🙂
Merhaba, güzel yorumunuz için ben teşekkür ederim, umarım şahane ve unutulmaz bir tatil olur sizin için…
"Her Canlı Ölümü Tadacaktır" bir Kur'an ayetidir, bir hakikati anımsamak seni hayattan soğutuyorsa sorun senin hayata bakışında.. Heidegger'de insan ölüme-doğru varlıktır ve ancak bununla yüzleştiği takdirde hayatına bütüncül bir anlam katmaya başlar. Bu yüzden, yaklaşımınızı çok yerinde bulmadım. Ancak gene de verdiğiniz bilgeler için teşekkür.
hayata (ve ölüme) farklı açılardan bakabilmek ne güzel.
ben teşekkür ederim…