X

Montmartre Tepesi – Butte Montmartre

(Son Güncelleme: 02.04.2024) Montmartre Tepesi, her gün binlerce turistin ziyaret ettiği ama bu ilgiyi gerçekten hak eden, Paris’te en az yarım gününüzü zevkle geçirebileceğiniz çok keyifli bir yer. Bu tepe Paris’in en yüksek noktasını oluşturuyor ve neredeyse tüm şehre hakim bir konumda. Kıyaslayacak olursak Paris’in Çamlıca Tepesi gibi düşünebiliriz ama doğruyu söylemek gerekirse, ortam son derece güzel olduğu halde manzaranın o kadar da etkileyici olduğunu söyleyemeyeceğim. Güzel olan sadece Paris’e bir tepeden bakıyor olmak…

Peki buraya neden gidiyoruz? Elbette manzarasından öte, burada yaşayacağımız canlılığı iliklerimize kadar hissetmek için. Daracık sokaklar, minik dükkanlar, birbirinden güzel mağazalar, restoranlar, kafeler, cıvıl cıvıl insanlar; tüm bunlar size şahane vakit geçireceğiniz bir mekan vaadediyor. Montmartre Tepesi de Marais Bölgesi gibi tek bir yazıda bitirilemeyecek, hakkında başlı başına bir kitap hatta bir blog yazılacak kadar özel bir yer. Zaten bu nedenle kitabım Paris’te Bir Hafta‘nın bir bölümü de burada geçiyor.

Ben yine de bu yazıda derli toplu bir şekilde bir gezi programı oluşturmaya çalışacağım ama dilerseniz yazıyı okumadan önce Youtube kanalım Pariste.Net TV‘de sizler için hazırladığım Klasik Montmartre Turu videomu izleyerek şöyle keyifli bir gezi yapmanız da mümkün. Eğer vaktiniz varsa ve Montmartre’ın alternatif yerlerini de görmek istiyorsanız o zaman en aşağıdaki Alternatif Montmartre Turu videomu da izlemek hoşunuza gidecektir.

Aslına bakarsanız Montmartre Tepesi’ni gezmek için iki farklı parkur öneriyorum. Birincisi yukarıdaki videoda gördüğünüz güzergah, ikincisi ise aşağıdaki videodaki güzergah. Artık hangisi hoşunuza giderse turunuzu ona göre düzenleyin derim. Videoları izlemek her zaman daha kolay ve zevkli olabilir ama videolarda gördüğünüz yerlerle ilgili olarak en güncel bilgileri de Pariste.Net’teki 500’den fazla yazıda bulabileceğinizi de unutmayın lütfen:

Montmartre Tepesi’nin Ressamlar Tepesi olarak anılmasını sağlayan, günün her saati hareketli ve renkli Place du Tertre ve meşhur Beyaz Kilise Sacré Coeur Bazilikası da Montmartre Tepesi’nde. O nedenle bu bölge Paris gezi programımızın “olmazsa olmazlar” bölümünde yer alıyor.

Burası tepelik bir yer olduğu için eskiden burada bolca yel değirmeni varmış; şimdi orijinalleri kalmadıysa da sağda solda karşınıza çıkacak olan replikaları yüzünüze bir tebessüm yerleştirmeye yetiyor…

Dediğim gibi, Montmartre Tepesi’ne gelmenin birkaç yolu var. Yukarıdaki videoda da gördüğünüz gibi en çok tercih edilen yöntemler, Pigalle‘den ya da Anvers’ten yürüyerek çıkmak olabilir. Montmartre Füniküleri’yle de zahmetsizce tepeye çıkmak mümkün ama ben genelde Pigalle‘den, eski adı Montmartrobus olan 40 Numaralı Montmartre Otobüsü‘ne binerek en tepedeki noktada, yazının kapak fotoğrafında gördüğünüz Place du Tertre – Norvins durağında  inmek hoş bir seçenek olabilir.

40 numaralı Montmartre otobüsü yazımda da belirttiğim gibi eskiden bu otobüsün adı Montmartobus’tü ve tam Pigalle metro istasyonunun oradan kalkardı; Nisan 2019’da adı ve güzergahı değişti. O yüzden detayları 40 Numaralı Montmartre Otobüsü yazısında okumayı unutmayın lütfen. Bir de eskiden Place du Tertre durağının orada otobüsten inip, Café Montmartre’ta bir kruvasan ya da ekler yiyip bir kahve içmek benim için bir ritüeldi ama ne yazık ki orası da 2017 sonunda kapandı 🙁 Gördüğünüz gibi Paris de değişiyor.

Place du Tertre durağında indikten sonra Le Consulat Restaurant‘ın sağındaki daracık yoldan ilerlediğinizde birden bambaşka bir Paris’in içinde buluyorsunuz kendinizi. Burada sağlı sollu çok güzel butikler ve hediyelik eşyacılar var. Tabii minik kafeler ve restoranlar da. Karşınıza çıkan ara sokaklara dalmak tamamen zevkinize kalmış ama o zaman programınız biraz karışabilir (varsın karışsın). Sanki Paris’te değil de şehirden uzakta Fransa’nın meşhur bir köyündeymişsiniz gibi hissedeceğinize eminim. Neden meşhur bir köy gibi diyorum? Çok turist var da ondan…

Biraz daha yürüdüğünüzde, solunuzda yeni açılan bir Starbucks olacak. Bilmem yurt dışı gezilerinizde Starbucks’ı tercih eder misiniz ama özellikle soğuk havalarda uzun süre oturup dinlenme ihtiyacı için hoş bir seçenek olabiliyor (Bu arada Paris’teki en güzel Starbucks şubesinin Opéra Garnier‘nin biraz ilerisindeki Starbucks Capucines olduğunu bir yere not edelim).

Hemen ileride sizi çok güzel bir meydan bekliyor. Burası yazının başında da bahsettiğim, Montmartre Tepesi’ne Ressamlar Tepesi denmesine neden olan Place du Tertre… Bu meydan özellikle güzel havalarda o kadar renkli, o kadar canlı oluyor ki… Sanatçıların özgün Paris çalışmalarını izlemek ayrı bir keyif. Burada bir sokak ressamına karikatürünüzü çizdirebilir ya da şöyle eli yüzü düzgün bir portrenizi yaptırabilirsiniz. Eh tabii her güzelliğin bir bedeli var…

Meydanı çepeçevre saran restoranlardan birine oturup bir şeyler yiyebilir ya da en azından bir solukluk kahve molası verebilirsiniz. Mevsimine, daha doğrusu vakti saatine göre restoranlarla ressamların kapladığı alan değişebiliyor.

Bir gidiyorsunuz her yerde ressamlar, sanatçılar var, bir bakıyorsunuz restoranlar meydana doğru yayıldıkça yayılmış. O yüzden buraya her gidişimde farklı bir meydana gelmiş gibi hissediyorum. Tabii en güzel halinin bolca ressam ve eserlerinin olduğu atmosfer olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Yürüyüşünüze devam edip sola döndüğümüzde, yani sanatçıların olduğu meydandan ilerleyince hemen ulaştığımız küçük meydanda genelde bir sokak sanatçısı gösterisini yapıyor. Ya laterna ile şahane melodiler çalarak şarkılar söyleyen birine denk gelirsiniz ya da pandomim gösterisi vardır; o da olmadı bambaşka bir etkinlikle gününüz güzelleşir. O meydandaki kiliseyi de ziyaret etmeyi unutmayın sakın.

Az ileride solda, Montmartre Tepesi’nin canlılığının bitmesine yakın, -bence- oradaki en güzel hediyelik eşyaları satın alabileceğiniz butiğe ulaşacaksınız. Vitrinindeki minik Paris minyatürlerinden oluşan koleksiyon beni çok etkiliyor. İçerideki hediyelik eşyalar da Paris genelini istila etmiş “made in china” samimiyetsizliğinin biraz dışında sanki. Daha özgün, daha cici-bici, daha hoş objeleri bu minik butik, Montmartre Village‘da bulabilirsiniz.

Montmartre Village’ın karşısındaki sokağa saptığınızda Sacré-Coeur Bazilikası‘nın kulesini görebilirsiniz. Buradan yürüyüşünüze devam ettiğinizde sağlı-sollu hediyelik eşya dükkanları devam ediyor ama açıkçası ben buradakileri o kadar çok sevmiyorum. Yine de kafe ve restoranlar gayet güzel.

Bu arada, belirtmekte yarar var, yol üstünde sizi çevirip durduran sokak sanatçıları bazen rahatsızlık verebiliyorlar. Ya iki dakikada kağıt ve makasla yüz silüetinizin kopyasını yapıp satmaya çalışıyorlar ya da portrenizi-karikatürünüzü yapmak için sizi ikna etmeyi deniyorlar. Şahsen benim böyle bir niyetim olsa bile gidip kendim talep etmeyi tercih ederim; yolda birilerinin önümü kesip “ürün pazarlaması” yapmaya kalkması her zaman rahatsız edici gelmiştir.

Neyse, biz yürüyüşümüze devam edecek olursak, bu dar sokağı bitirip sağa döndüğümüzde, yani Sacré Coeur‘ün yanından yürüyerek ana girişinin olduğu meydana ulaşıyoruz. Meydana gelmeden önce yürüdüğümüz bu yol kışın, Noel öncesi çok güzel  bir Noel Pazarı kuruluyordu 2015’e kadar. Sonra nedense artık kurulmamaya başladı. Şimdiyse burada genelde müzik yapan gruplar oluyor. Şanslıysanız başka küçük etkinliklere de denk gelebilirsiniz.

Meydan ayrı bir canlılıkta haliyle. Kendimi bildim bileli orada bir amca elinde metal bir şeyler, ha bire hediyelik hatıralar üretir, bunu yaparken sürekli anlatır durur; yıllardır vazgeçmedi 🙂 O anlatırken arkasından yükselen bu bembeyaz kilise ile bana artık Walt Disney şatosundan çok, Aralık 2015’te, Martinique‘teki doğum günü tatilim sırasında adayı gezerken, tropikal ağaçların arasında bir tepede gördüğüm kiliseyi, Sacré-Coeur de Balata‘yı hatırlatıyor…

Sacré-Coeur Bazilikası’nın önündeki bu noktadan hemen aşağıya baktığınızda Square Louise-Michel Parkı, karşınızda da uçsuz bucaksız bir Paris manzarası duruyor. Dediğim gibi, gündüz manzarası pek o kadar etkileyici değil ama akşamı şahane. Ne olursa olsun her zaman için böyle bir tepelikten Paris’i seyretmenin keyfi içinizde hoş bir duygu yaratabilir.

Merdivenlerde insanlar oturur, çekilen binlerce fotoğrafta hiç farkında olmadan bir detay olarak kalırsınız. Gençler gösteri yapıp para toplamaya çalışırlar. Bazı sanatsal çalışmalar etkileyici olsa da tuhaf ve gürültülü müziklerle ortalıktaki huzur havasını bozanları ise sopayla kovalamak ister insan…

Artık Sacré Coeur‘e girebiliriz. Bu beyaz kilise dış tasarımı ile alışıldık kiliselerden oldukça farklı. Bir Notre Dame Katedrali‘ni gözünüzün önüne getirin bir de Madeleine Kilisesi‘ni… Paris’te farklı farklı mimarilerde, hepsi birbirinden özgün böyle farklı kiliselerle karşılaşabiliyorsunuz işte.

Merdivenlerden çıkıp sol kapıdan içeri girdiğinizde yaşadığınız derinlik duygusu, detaylar, süslemeler, artık sizin için önemli olan neyse hepsi, gerçekten üzerinizde hoş bir etki bırakıyor. Dilerseniz mum da dikebilirsiniz ama ben artık kilisede mum dikmenin, özellikle de turistik kiliselerde tamamen ticari bir ritüele dönüştüğünü düşünüyorum.

O kadar ki, siz tüm iyi niyetinizle mum dikip dilek diliyorsunuz, sonra mum dikecek yer kalmayınca bir görevli gelip tüm mumları söndürüp ortalığı temizliyor, yeni “müşterilere” yer açıyor. Siz de orada bir mumunuz yanıp duruyor sanıyorsunuz. Tabii bu söylediğim tüm turistik kiliseler için geçerli. Yine de hoş bir ritüel, dilerseniz yapmaya devam edin; keyfinizi bozmak istemem…

Kilise içinde bir tur attıktan sonra sol tarafınızdan çıkıp yeniden Paris’in havasını solumaya başlayacaksınız. Bu noktadan sonra sağ taraftaki girişten Dome’a ulaşabilir, kilisenin kubbesine tırmanabilirsiniz.

Kiliseyi gezmek ücretsiz ama Dome’a çıkmak ücretli. Dilerseniz aşağıdaki videodan Sacré Coeur için yaptığım özel çekimi de izleyip fikir almanız, kubbeden şahane bir Paris manzarası izlemeniz de mümkün:

Sacré Coeur‘ü gezdikten sonra merdivenlerden inip kilise önündeki meydandan tekrar merdivenle inip sağa döndüğünüzde fünikülere ulaşacaksınız. Dilerseniz bu sevimli araçla aşağı inebilirsiniz. Tabii ki mesafe çok kısa, sadece bir hoşluk olarak kullanabilirsiniz.

Ben genelde sağdaki dik merdivenlerden ya da soldaki, yani ana merdivenlerin altında devam eden yoldan, Square Louise Michel olarak geçen Sacré Coeur Parkı‘nın içinden geçerek, aşağı inmeyi tercih ediyorum. Ama hemen sağ tarafta bulunan küçük parktaki Chevalier de la Barre Heykeli‘ni de bir görmekte ve hikayesini öğrenmekte büyük fayda var. O zaman Montmartre Tepesi ve Fransa tarihi gözünüzde başka türlü şekilleniyor.

Aşağıdaki atlı karıncanın olduğu yer, yani Square Louise Michel Parkı‘nın alt girişi bana hep Amélie filmini hatırlatır. Buradan yukarı bakıp gördüğünüz manzara da ayrı bir keyiftir. Biraz önce yukarıda gördükleriniz, yaşadıklarınız bir bir geçer gözünüzün önünden, tebessüm edersiniz. Siz burada bu güzel duyguları yaşarken etraftaki onlarca Afrika kökenli vatandaşlardan biri Öteki Paris‘ten ortaya çıkıp yanınıza gelerek size bir şeyler satmaya çalışabilir; örneğin bileğinize bir ip bağlayıp bunun karşılığı para talep edebilir; dikkatli olmanız gerek, çünkü aralarında yankesici olma ihtimali de var. Onlara net bir şekilde “no thanks!” demezseniz kurtulmanız kolay olmuyor.

Atlıkarıncayı arkanıza aldığınızda sol tarafa yürürseniz La Halle Saint-Pierre‘e ulaşır, orada bir çay-kahve içip tatlı yiyebilir; hatta üstüne bir de sergi gezebilirsiniz. Sonrasında, hemen arka taraftaki Marché Saint-Pierre‘e girip kat kat mağazada, birbirinden farklı kumaşları bulabilirsiniz. Erkekler için belki burası çok cazip olmayabilir ama kadınlar için gerçekten ilgi çekici bir yer. Paris’in eski alışveriş havasını hissetmek için hoş olabilir. Hele ki kırkyama / patchwork seven biriyseniz, aradığınız parça kumaşlar burada sizi bekliyor.

Yine Atlıkarıncayı arkanıza aldığınızda sağa dönerseniz nefis sokaklarda nefis restoranlar, kafeler, küçük butikler, daracık sokaklar yani özgün Paris’e ait ne varsa her şeyi bu güzel bölgede bulabilirsiniz. Restoran önerisi olarak hangi birini söyleyeceğimi bilemiyorum ama bu bölgede -kişisel olarak en sevdiğim- Le Basilic‘i şiddetle tavsiye ederim. Belki Le Sancerre‘de de yemek isteyebilirsiniz. Sonra tam fünikülerin yukarıdaki istasyonunun orada Corcoran’s Irish Pub var. Çok da takılmayın, gözünüze kestirdiğiniz bir yerde oturup güzel güzel yiyin için, hayatın tadını çıkarın işte… Ama bu civarda Eyfel Kulesi manzaralı bir teras bar restaurant olan Le Terrass” kaçmaz.

Ah bir de bu yol üzerinde, ikinci atlı karıncanın olduğu yerde karşınıza çıkacak olan Saint Jean Kilisesi de ilginç mimarisi nedeniyle görülmeye değer. Bir de tam bu bölgede, aşıklar ve aşk insanı olanlar için “Seni Seviyorum Duvarı” Le Mur des “Je T’Aime” i atlamamalısınız. Ama dikkat: Uzunca bir süredir bu duvarın bulunduğu park restorasyon nedeniyle kapalı. Açıldığını gören olursa haber versin, yazıyı güncelleyelim 😉

Eğer detaylara önem veren biriyseniz Montmartre’ı öyle çarçabuk bitirmeniz imkansız. Etrafta bakıp görecek öyle çok şey var ki. Birbirinden şık butiklerdeki zarif objeleri, ilginç tasarımları, albenili eşyaları seyretmeye doyamıyor insan. Öyle ki, küçük bir parfüm şişesine saatlerce bakabilirim ben. Gördüğüm sadece üzeri işlenmiş püsküllü-fısfıslı zarif bir şişe değildir, örneğin, yıllar önce izlediğim “Madame Sousatzka” filminden kareler akar gözümün önünden “bir film şeridi gibi”…

Yavaş yavaş Montmartre Tepesi gezimizin sonuna geliyoruz. Elbette bu bölgede gezip görecek daha çok şey var; örneğin Picasso‘nun Paris’teki ilk çalışma atölyesi Montmartre Tepesi’nde ve artık onu da siz keşfedeceksiniz… Atlıkarıncadan aşağı inen yokuştaki -yukarıdaki estetik doku biraz bozulmakla birlikte- sağlı sollu dükkanlara baka baka Anvers metro istasyonuna ulaşıp turumuzu tamamlamış olalım. İnerken sağdaki çikolatacı Maison George Larnicol‘e, soldaki kurabiyeci La Cure Gourmande‘a uğramayı sakın unutmayın. 

Bu noktadan sonra metroya atlayıp dilediğiniz yere gidebilir ya da bir Pigalle gezisi ile gününüzü ilginçleştirebilirsiniz. Bunun için yokuştan indikten sonra sağa doğru yürümeniz gerek ama sakın sola doğru devam etmeyin; yani dilerseniz edin de eğer Barbès Rochechouart tarafına giderseniz, pek de sevimli olmayan Paris’in Öteki Yüzü ile karşılaşabilirsiniz.

Pigalle size ilginç gelmiyorsa, ben olsam, “Anvers” istasyonundan aşağı doğru yürür, şehrin daha az turistik ama bir o kadar da güzel olan mahallelerini keşfederdim. Ta ki Grands Boulvards‘a varıncaya kadar.

Sonuçta Montmartre Tepesi’ne en yakın metro istasyonları M2 hattının “Anvers”, M12 hattının “Abbesses”, M2 ve M12 hatlarının “Pigale” istasyonu olacaktır. Dolayısıyla ya “Anvers”de inip Montmartre Füniküleri‘ne yürüyebilir ya da “Pigalle“‘de inip 40 Numaralı Montmartre Otobüsü ile Montmartre Tepesi’ne çıkabilirsiniz.

Gerçi bir de turistik tren ile dolaşma seçeneği var ama rayda giden değil, hani şu bir romörk tarafından çekilen vagon dizisi şeklindeki “çakma” trenlerden bahsediyorum 🙂 Şahsen ben bugüne kadar hiç binmedim, 40 Numaralı Montmartre Otobüsü‘nü ya da Montmartre Füniküleri‘ni daha sevimli buluyorum. Eğer bahsettiğim “Le Petit Train Montmartre”a binmek istiyorsanız M2 metro hattının “Blanche” istasyonunda inmeniz gerekiyor. O tren sizi gezdire gezdire Montmartre’a çıkaracaktır.

Bir de, Amélie filmini izlediyseniz, Amélie’nin çalıştığı Café des Deux Moulins hemen yakınlarda, görmek hoşunuza gidebilir diye düşünüyorum. Belki Montmartre Tepesi’ne gelmişken Dalida‘nın da izini sürerek Montmartre Mezarlığı‘na kadar gezmek istersiniz, hatta belki sırf Dalida‘nın izini sürmek için Montmartre’a gelirsiniz kim bilir?

Hele bir de Montmartre Tepesi’nin arka tarafında, az kişinin bildiği bir üzüm bağı olduğunu söylesem? Romantizm Müzesi – Musée de la Vie Romantique de hemen Montmartre’ın alt tarafında zaten. Daha Montmartre Müzesi‘ni bile gezemedik hem, Le Passe-Muraille – Duvardan Geçen Adam heykelini anlatmadık? Onun hikayesi ve diğer tüm alternatif seçenekler, aşağıdaki Alternatif Montmartre Turu videosunda:

Burada yapacak ve yaşayacak o kadar çok şey var ki…

Montmartre başlı başına bir şenlik;

Keyifli geziler, güzel keşifler.

 

 

Adres: Montmartre, 75018 Paris

Ahmet Ore: