X

13 Kasım Saldırıları Sonrası Paris’teki Son Gelişmeler ve Güvenlik

(Son Güncelleme: 03.03.2024) 13 Kasım 2015 Cuma akşamı Paris’te gerçekleştirilen saldırılar sonrasında yaşananlar ve olayların yansılamaları konusunda çok sayıda soru aldığım için bu konuda bildiklerimi paylaşmak, izlenimlerimi ve duygularımı aktarmak, yakın tarihte Paris’e gelecek olan kişiler için yol gösterici, fikir verici bir yazı yazmak istedim. Dolayısıyla terör ya da siyaset uzmanı olmadığım için olayları sıradan bir “yabancı” olarak değerlendireceğimin altını çizmek isterim.

Normalde bugünkü yazıda 13 Kasım 2015 Cuma günü Champs-Elysées’de açılan Noel Pazarı’nı yazıp yayınlayacaktım. Paris saldırılarının gerçekleştiği aynı gün Champs-Elysées‘deki Noel Pazarı‘nı geziyor, bir yandan Paris’in tadını çıkarırken bir yandan da sizler için notlar alıp fotoğraflar çekiyordum. Akşam 10 gibi eve döndüğümde İstanbul’dan ailem aradı ve Paris’te olaylar olduğunu haberlerden öğrendiklerini, benim sağlığımın yerinde olup olmadığını merak ettikleri için aradıklarını söylediler! Şaşkınlıkla bir şeyimin olmadığını söyleyip hemen televizyonu açtım, gördüklerim karşısında şok oldum…

Paris’in pek çok bölgesinde, hatta Stade de France‘ta bile silahlı saldırılar, patlamalar gerçekleştiğini üzülerek öğrendik. İlk başta ölü sayısı 18 olarak verildi ama bu sayının artacağı kesindi.

Paris’in orta yerinde, tam alt ayrı yerde böyle bir saldırının yapılabiliyor olmasındaki güvenlik zaafiyeti ayrı bir tartışma konusu. Olayların arka planı, nedenleri, gerçekte neler olup bittiği, televizyonlara çıkıp saatlerce boş boş konuşmayı, sosyal medyada laf yarıştırmayı sevenlerin ilgi alanı; benim içimi yakan, bu saldırılarda ocağı sönen, canı yanan insanlar ve onların yakınları. Ve en çok da bu olaylar nedeniyle artık korkuyla uyuyacak çocuklar.

Evet, korkuyla uyuyacak çocukları da önemsiyorum. Çünkü 80 darbesi öncesi küçük bir çocukken her akşam televizyonda gördüğüm “şurada şu kadar kişi öldü, burada bu kadar kahve tarandı” haberlerinden nasıl etkilendiğimi, nasıl korktuğumu şu an bile gayet net biçimde hatırlıyorum. Kimse bizim bu duygularımızla ilgilenmiyordu ama Paris’te televizyonlarda bu olayların çocuklara nasıl anlatılması gerektiği tartışılıyordu…

Buradan bu yazıyı okurken en çok merak ettiğiniz sorunun yanıtına, yakın dönemde Paris’e herhangi bir sebeple gelecek olanlar için Paris’teki atmosferin nasıl olduğu konusuna gelebiliriz.

Bizim gibi yıllardır terör lanetiyle boğuşan, her gün televizyonlarda “şu kadar ölü bu kadar yaralı” haberlerini artık ne yazık ki “kanıksayan” bir toplumun vatandaşlarının Paris’teki saldırılara -vicdanı varsa üzülmek- dışında herhangi bir ekstra kaygı göstermesi gerekmediğini düşünüyorum. Bir çok olaydan kılpayı kurtulmuş biri olarak, abisi 2003’teki HSBC saldırısında bina önündeki ışıklarda turuncu ışıkta durmak yerine son saniyede geçtiği için ölmekten ya da yaralanmaktan kurtulmuş biri olarak bizler ne yazık ki terör belasıyla her zaman iç içe yaşayan bir milletiz. O yüzden Türkiye’de bir büyük şehirde sokaklarda dolaşırken terör riski ne kadarsa Paris’te de o kadardır herhalde. Hatta daha azdır demek istiyorum ama şer odaklarının gelecekte, nerede hangi kötülüğü planladığını elbette ki bilemeyiz.

Olayların olduğu gece Fransa’da olağanüstü hal ilan edildi ve düzenli uzatmalarla olağan üstü hal Kasım 2017’ye kadar sürdü. Önce sınırların kapatıldığı duyuruldu ama hemen ardından sadece güvenlik kontrollerinin en üst düzeye çıkarıldığı anlaşıldı. Bunun dışında sınırlarda rahatsız edici farklı bir uygulama olmadı.

Saldırının olduğu Cuma akşamı ve ertesi gün için güvenlik güçleri, herhangi bir risk almamak için, gerekmedikçe sokağa çıkılmamasını tavsiye etti ancak çok geçmeden insanlar sokağa çıkıp normal hayatlarına dönmeye başladılar, özellikle de olayların geçtiği yerleri ziyaret ederek çiçek, mum ve küçük notlar bırakarak ölenlere saygılarını sundular.

Hafta sonu boyunca Paris’te okullar, kütüphaneler, spor merkezleri, avm’ler, müzeler, Eyfel Kulesi, Disneyland vb pek çok yer kapalıydı ama 3 günlük yasın ardından hepsi yeniden açıldı ve hayat hızla normale döndü.

Zaten terörün amacı, savaşla elde edemeyeceği başarıyı, masum kitleleri hedef alarak halk arasında korku yaratmak, yaşam ritüeline ağır darbe vurup karmaşa yaratarak elde etmeye çalışmak değil midir? Üstelik fransızcadan dilimize geçmiş “terreur” sözcüğünün anlamı, “korku, şiddetli korkma duygusu” olarak çevrilebilir. Yani terörün amacı korku yaratmak, insanların kendini güvende hissetmemesini sağlamaktan başka bir şey değil. Buna karşı yapılacak en güzel tepki ise korkmadığını göstermek oluyor haliyle. Tabii devletin gereken önlemleri alıp vatandaşlarının can güvenliğini sağlaması şartıyla.

Bana gelen sorular arasında içimi cız ettiren bir konu da şu an Fransa’da müslümanlara bakışın nasıl olduğuna dair olanıydı. Bir beyefendi, haklı ve bir o kadar da üzücü bir kaygıyla, eşi kapalı olduğu için Paris’e geldiğinde bir güçlük yaşayıp yaşamayacağını sordu ve bu soru bana çok dokundu. Kendisine kısaca rahatlatıcı bir yanıt vermeye çalıştım ama burada daha geniş bir yanıt yazmak, bu gibi konularda endişesi olanlara fikir vermek istiyorum izninizle.

Fransa, tüm Avrupa ülkeleri gibi hıristiyan kökenli, tüm tarihinde ve doğal olarak kültür-sanat ve yaşam biçimde hıristiyanlığın etkilerinin derinden görüleceği bir ülke. Bir o kadar da laik bir ülke olduğu için Hıristiyan Avrupa içinde başka bir dinden ve hatta dinsiz bir insan olarak en güvenle yaşanabilecek ülkelerden biri. Çok doğaldır ki bu tür terör saldırıları İslamla ilişkilendirildiğinden acılara maruz kalan insanların müslümanlara karşı negatif duygular beslemesi olağan. Nasıl ki müslümanlar İsrail’de yaşananlar nedeniyle sorgusuz sualsiz tüm yahudileri olanlardan sorumlu tutuyorlarsa pek çok hıristiyan da müslümanlık adına yapılan terör saldırılarına karşı müslümanlara aynı at gözlüğü ile bakmaları empatiyle karşılanmalı. Kimse bunun doğru ve haklı olduğunu söyleyemez ama ne yaparsınız ki bu tür acı olayların yansımaları bu şekilde oluyor.

Özellikle Charlie Hebdo saldırısı sonrası devlet yetkililerinin altını çize çize bu eylemlerin islamla ilgili olamayacağı gibi terörün dininin olamayacağını defalarca vurguladılar ve görebildiğim kadarıyla bu konuda çok başarılı bir politika izlediler. 13 Kasım saldırılarında da aynı söylemi sürdürmüş olsalar da takdir edersiniz ki bu sefer o kadar çok kişinin canı yandı ve teröre karşı o kadar büyük bir nefret dalgası oluştu ki insanların mantıklı hareket etmesi her zaman mümkün olmadı. Gerçi televizyonlarda benim gördüğüm kadarıyla herhangi bir nefret söylemi yer almadı ama tabii ki tüm Avrupa gibi Fransa’da da aşırı sağın oyları giderek yükseliyor. Özellikle son yıllarda aşırı sağ hızla kendine yer bulmaya başladı.

Yine de unutulmamalıdır ki Fransa Avrupa’da en çok müslüman nüfusu barındıran ülkelerden biri. Burada milyonlarca müslüman yaşıyor ve kadınların bir kısımının başları kapalı. Dolayısıyla sokaklarda başınız kapalı bir şekilde dolaşırken ekstradan bir kötü muameleye maruz kalacağınızı düşünmüyorum ama her milletin iyisi kötüsü var. Kötü düşüncelerle beslenmiş birine denk gelirseniz elbette canınızı sıkabilecek şeyler yaşayabilirsiniz. Bariz bir kötülük yapacaklarını düşünmüyorum ama soğuk bir bakış bile canınızı sıkmaya yetebilir ama ben yine de tüm iyi niyetimle böyle bir şeyin olmayacağını düşünüyorum.

Özetle Paris çok ciddi bir travma atlattı ama yaralarını hızla sardı.  Başka bir saldırı olur mu, orasını bilmem tabii ki imkansız.

Merak edilen sorulara elimden geldiğince yanıt verdikten sonra -izin verirseniz- yazının bundan sonraki kısmında tüm bu olan bitenler hakkındaki kişisel görüşlerimden de bahsetmek istiyorum. Yazının bundan sonraki kısmı tamamen kişisel görüşlerim olduğundan turistik bir içerik olmayacaktır, o yüzden sorularının yanıtını aldığını düşünenler aşağıdaki kısmı okuyarak vakit kaybetmek istemezlerse anlayışla karşılarım.

Öncelikle hangi sebeple olursa olsun, hangi “kutsal” değere dayandırılırsa dayandırılsın, insan canına kasteden terörün her türlüsünü istisnasız “ama”sız kınadığımı belirtmek isterim. İnsanoğlunun doğuştan ve mayasından kaynaklanan nedenlerle özünde “kötü” olduğunu gözlemlemiş biri olarak bunca kötülüğün olduğu bir dünyada başımıza bir şey gelmeden son nefesimizi doğal yöntemlerle verip veremeyeceğimizden de hiçbir zaman emin değilim. O yüzden de eşime dostuma sık sık ve şakayla karışık “şu dünyadan başımıza bir şey gelmeden hayırlısıyla bir sağ salim kurtulsak” der dururum 🙂 Din savaşlarının insanoğlunun birbirinin canına kıyma güdüsünün nedenlerinden sadece biri olduğunu düşünüyorum. Yeryüzünde din olgusu olmasaydı bile insanlar birbirini öldürmek için illa başka bir neden bulurdu ki buluyor da zaten. Din adına adam öldürmeninse diğer tüm gerekçeler gibi insanlık dışı olduğunu düşünüyorum. Bu konu çok net.

Gelelim “terörü beseleyen ülkelerin eninde sonuda besledikleri silahla vurulacağı” konusuna. Evet doğru bir önerme. Ateşle oynayanın eline ateş bulaşır ama her nedense bu terör ateşle oynayanları değil, tamamen masum olan insanları vurur. Dolayısıyla dünyanın neresinde masum bir insan ölürse o acıyı en derin duygularımla paylaşırım. Gecenin bir vakti beni sokmak için başımda vızıldayan sivrisineği öldürmek yerine pencereden kovalamayı tercih eden biri olarak bu konuda çok hassasım.

“Onlar bizim acımıza duyarlılık gösterdi mi ki biz onların acılarına duyarlılık gösterelim?” konusuna gelince… Kabul etsek de etmesek de Fransa dünyanın en büyük devletlerinden biri olduğu gibi Paris de dünyanın en önemli başkentlerinden biridir ve burada olan bir saldırı, üç değil beş değil tam 132 kişinin ölümüyle sonuçlanırsa dünyanın her yerinde ses getirir. Ben de biliyorum Ankara’da, Suruç’ta, Reyhanlı’da ve daha say say bitiremeyeceğimiz pek çok yerde, kendi ülkemizde gerçekleştirilen saldırıları. Onlar için de üzüldük, onlar için de yas tuttuk ama gördüm ki kendi ülkemin insanı daha kendi ülkesinde gerçekleşen bu saldırılar konusunda bile birlik ve beraberlik örneği gösterememişken, toplumun bir kısımı diğer kısımını vatan haini bile ilan etmişken nasıl olur da Paris saldırıları sonrası tüm dünyanın dayanışma içinde terör karşıtı mesajlar vermesini ve tepki göstermesini hafife alıp küçümseyebilir, “bu bizim meselemiz değil, kendileri kaşındılar, beter olsunlar” diyebilir bir insan? Zaten bu yüzden değil mi ki böyle düşünen insanlar kendi başlarına bir şey geldiği zaman başkalarının umurunda olmamaları karşısında şaşkınlığa düşüyorlar…

Tabii bir de seslerini hiçbir şekilde duyuramayan insanların çileleri var. Ben burada ahkam keserken kimbilir dünyanın nerelerinde hangi masum insanların canına kıyılıyor şu an… Sadece bir dinin, sadece bir ırkın, sadece bir ülkenin insanına üzülmemiz gerektiğini düşünen varsa fena halde yanılıyor. Şu dinden, şu ırktan, şu milletten, şu cinsiyetten ölüleri vurgulamak yerine “Masum bir insan öldü” diye herkes topyekün ayağa kalkmadığı sürece kimse tek tek gruplar için ayağa kalkmayacak.

Dünya adil bir yer değil. Paris saldırısından bir gün önce Beyrut’taki saldırıda 41 kişi öldü, Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da her gün kaç kişi ölüyor belli değil. Ne yazık ki kimsenin umurunda da değil. Dünyanın bize uzak coğrafyalarında yaşanan acılardansa haberdar bile değiliz. Ruanda’da milyon insan öldü, öldü gitti… Öyle işte…

Biz sıradan ölümlüler, ne yapabiliriz, bu gidişatı nasıl durdurabiliriz bilmiyorum ama ölenlerin ardından dua etmek, mum yakmak, olay yerine çiçek bırakmak, profil fotoğrafını destek amaçlı değiştirmek bir şekilde tepki göstermektir. Hiçbir şey yapamadığını, aslında hiçbir şeye gücü yetmediğini, başına gelecekleri çaresizce bekleyeceğini düşünürse delirir insan. Ölenin ardından yapılan her şey ölüler için değil diriler içindir; hayatta kalanların “normal” yaşantılarına dönebilmeleri için işleri yoluna koyma ritüelidir. Diyorum ya yoksa delirir insan.

Haziran 2015’te Amerika’da eşcinsel evliliğin federal düzeyde tanınması ardından yasallaşması sonucu kutlama amacıyla Facebook profil fotoğrafına gökkuşağı filtresi yapmak sizi nasıl eşcinsel yapmazsa, Paris saldırıları sonrası dayanışma amacıyla profil fotoğrafınızı Fransız bayrağı renkleriyle filtrelemek de sizi Fransız yapmaz. Sadece bir şekilde tepkinizi göstermiş, dayanışmaya destek vermiş olursunuz. İlla bayrak yapmak zorunda da değilsiniz, küçük bir tepki paylaşımı, siyah bir kurdele, ne bileyim; herkesin tepkisini bir şekilde gösterebileceği yöntem vardır illa ki. Bunu yapmak da yapmamak da ayıp değildir üstelik. Profil fotoğrafını değiştireni suçlamak kadar değiştirmeyeni kınamak da acınası bir durumdur. Burada sizin acılarınız karşısında tüm dünyanın neden tepki göstermediğini, şapkasını önüne koyup düşünmeli insan. “Bütün dünya bize düşman”la açıklanamaz bir şey sanki. Haklılar demiyorum yanlış olmasın ama “Biz büyük devletiz” demekle olmuyor bu işler. Siz büyük devlet oluyorsunuz, sonra gerisi kendiliğinden geliyor, onu demek istiyorum; dünyanın adil bir yer olmadığının altını çize çize…

Neyse, diyorum ya ben burada atıp tutarken acılar yaşanmaya devam ediyor dünyanın pek çok yerinde. Biz yasımızı tutacaksak üç beş gün tutabiliyoruz en fazla. Sonra ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. Yakınlarını kaybedenlerin yüreğinde o ateş bir ömür içli içli yanmaya devam ediyor. Sonra hiç adı bile geçmeyen yaralılar, sakat kalanlar, bir ömür bu acının etkilerini çekiyor yedi gün yirmi dört saat. Bizse normal hayatlarımıza devam ediyoruz.

Ne diyor Paris’in logsundaki geminin altındaki Latince mottoda: “Fluctuat Nec Mergitur” yani “Sarsılır Ama Batmaz“…

“Dilerim dünyanın hiçbir yerinde böyle acılar bir daha yaşanmasın” diyeceğim, bunun gerçekleşmeyecek bir şey olduğunu bile bile yine de bir umut bunu dileyeceğim.

Çünkü bu umuttur insanı yaşayan.

Ve Ernest Hemingway’in de dediği gibi “Paris Est Une Fête” yani “Paris Bir Şenliktir”,

Sevgiyle…

Ahmet Ore: