X

Paris’te İş Hayatı – Fransa’da Çalışmak

(Son Güncelleme: 01.04.2024) Paris turistik bir destinasyon olarak tercih edilecek ilk üç şehirden biri olduğu muhakkak ama Paris rüyasına dalıp burada uzun süreli yaşamaya karar verdiğinizde ya da karşınıza çıkan iş fırsatları size Paris’te çalışma imkanı verdiğinde başınıza neler gelecek, gördüğünüz bu rüya ne kadar sürecek, gördüklerinizin ne kadarı hayal ne kadarı gerçek? İşte bu kez bu sorulara yanıt vermek için Paris’te İş Hayatı yazısıyla karşınızdayız. Karşınızdayız diyorum çünkü bu yazıyı tek başıma hazırlamadım.

Paris’te önemli kademelerde, gerek kendi işini yapan, gerek expat olarak halen çalışmakta olan gerekse bir süre önce çalışıp Türkiye’ye dönmüş, yakın çevremdeki değer verdiğim insanlardan Paris’te İş Hayatına bakışlarını anlatan, kendi şahsi görüşlerini içeren bir yazı yazmalarını rica ettim ve sağ olsunlar, beni kırmayıp herkes uzun-kısa fark etmeksizin, Paris’e gelip burada çalışacak olanlara ya da çalışmayı düşünenlere yol göstermesi açısından fikirlerini bizlerle paylaştılar. Beyaz yaka çalışanlar, kendi işinin patronu olanlar, vaktiyle iş adamı olarak Paris’te İş Hayatında büyük işlere imza atmış olup şimdi şair, yazar ve gazeteci olarak yaşamını sürdürenler olmak üzere kimler kimler yok ki. Hatta hak geçmesin diye, Türkçe öğrenen Fransız arkadaşlarım bile bizimle fikirlerini paylaştı…

Kimi isimlerinin yayınlanmasını istedi, kimisi de rumuz kullanmayı tercih etti. Zaten bizler için kim olduklarından çok ne düşündükleri ve düşüncelerinin bizlere nasıl yol göstereceği önemli. O halde gelin hepsinin Paris ve Paris’te İş Hayatı üzerine düşüncelerini öğrenelim teker teker. Kimsenin yazısına müdahale etmedim; olduğu gibi yayınlıyorum… Buyursunlar:

Esma Gençer

Fransa’ya gelmeden önce bu blog ve siz bu kararı almamda ne kadar yardımcı oldunuz anlatamam. Bunun için tekrar tekrar teşekkür ederim. Konu profesyonel yaşam ise çalıştığım yerin Fransız firması olmadığını, herkesin İngilizce bildiğini ama çalışanlarının büyük bölümünün Fransız olduğunu belirtmemde fayda var. Deneyimlerime gelecek olursak:

  • Herkes İngilizce biliyor ama kimse tercih etmiyor bu yüzden adapte olabilmek için Fransızca öğrenmek zamanla şart oluyor, özellikle devlete işiniz düşerse (vergi, sağlık sigortası, ehliyet vb.) zaten İngilizce kendi aksanlarını da pek beğenmiyorlar o yüzden zorda kalmadıkça kullanmıyorlar.
  • Burada ayrıca şirket sizin için devletle ilgili idari işleri üstlenmiyor yani sosyal sigortalara kaydınızı siz yaptırıyorsunuz,
  • Bir iş eğer çok aceleyse öğrendim ki en az 2 haftası var demektir, o yüzden stres yok,
  • Tatil her şeyden önce gelir, bol bol tatil hakkiniz vardır, yıllık izin süresi firmadan firmaya değişkenlik gösterebilir. Bizim burada 27 gün Hazirandan Hazirana yenilenen yıllık ücretli izin, 2 gün ve üzeri kıdem izni, yeni yıldan yeni yıla yenilenen 10 gün mazeret izni var. Kısacası harika 🙂
  • İş yerinde düzenli spor yapmayan neredeyse yoktur, spor taa küçük yaşlardan okullarda teşvik edilir. Bazı iş yerleri öğlen arasını 2 saate kadar uzatarak, öğlen arasında rahat rahat spor yapmanıza olanak sunar. Burada çok fazla koşan, bisiklete binen, paten kayan insanlara rastlayabilirsiniz. Bazı iş yerleri senenin yarısından fazlasında işe bisikletle gelenlere prim verir.
  • Kimse çok çalışmaz ama genelde çok büyük çoğunluk işini mutlaka yapar, bitirir (ya da dönem dönem çok çalışırlar ama ben açıkçası çok karşılaşmadım).
  • Çok iyi mühendis az bulunur ama bulunursa gerçekten çok iyidir, iyi istatistik bilirler, yan dallar (örneğin tasarımcı mutlaka risk yönetimi / güvenilirlik / hata analizi, bakım, üretim vs. hakkında bilgi sahibidir) hakkında mutlaka bilgi sahibidirler değillerse de sorar öğrenirler. Kimse okulda böyle öğrendik diye sadece öğretileni yapmaz, tecrübesini, öğrendiklerini kullanır ve üzerine de sorularını ekler, sorgular, öğrenmeye devam eder.
  • Egosu çok yüksek insanlara denk gelebilirsiniz (her yerde olduğu gibi), bir üst madde bunlara işlemez ama kalabalık değiller neyse ki…
  • Irkçılıkla hiç karşılaşmadım, aksine Türk olduğumu öğrenince ayrı bir ilgi ve kültürü tanıma isteği gördüm. Yemeklerimizi denemek için çok istekliler, bilenler bayılıyor ve her ekip etkinliğinde mutlaka beden bir istekte bulunuyorlar 🙂
  • Kahve onlar için vazgeçilmez, çünkü hem ayılmak için, hem dinlenmek için hem de sosyalleşmek için kullanıyorlar. Bu kahve molalarına katılmanız onlarla muhabbet edebilmeniz için en iyi fırsatlar. Ben en büyük zorluklarından birini bu kahve molalarında yaşadım çünkü bu molalarda kendilerini muhabbette kaybedip oldukça hızlı konuşabiliyorlar, onların gündelik hayatlarına ilişkin konular olabiliyor, kültürlerine ait konular olabiliyor. Haliyle siz Fransızca bilseniz bile onlarla ayni kültürde büyümediğiniz için, hızlı konuştukları için, bazı kelimeleri söylemenin 5 farklı yolu olduğu için kaybolup kendinizi yalnız hissedebiliyorsunuz. O yüzden her kahve molasına katılmak istemeyebilirsiniz ama arada katılmak da fena olmayabilir, çok ilginç şeyler öğrenebilirsiniz.
  • Beni en çok şaşırtan bir alışkanlıkları da öpücük seansları oldu 🙂 İlk geldiğim gün her tanıştığım insan beni öptü 🙂 herhalde hoş geldin demenin bir yolu dedim, sonra gördüm ki her sabah, her gelen ofiste kim var kim yoksa günaydın deyip öpüyor 🙂 Alışılabilir ama bana hâlâ ilginç geliyor. (Tabii bu pandemi öncesiydi)
  • Karşılaştığım en trajikomik durum ise ev bulmak ve bankada hesap açmak konusunda oldu, tabii ki herkesin başına gelebilecek bir durum değil ama benimki bir paradoksa döndü diyebiliriz çünkü banka, hesap açabilmem için kalıcı ev adresimi istedi ev tutmak istediğimde ise banka hesap numaramı istediler 🙂 Şimdi gülüyorum, o zaman hiç komik değildi.
  • İş yerinde (bizimkinde, diğerlerinde farklı olabilir) yemek, kahve, çay ücretli ama yemeği şirketin yemekhanesinde yiyebilirsiniz (la cantine) daha ucuz ama lezzeti tartışılır, neyse ki çeşit bol.
  • Bizle kıyaslarsak çok üretici bir toplum, işyerinde yeni fikirler, trendleri ve yeni teknolojileri takip etme destekleniyor ve bunun tersi olarak kesinlikle tüketici değiller, sadece ihtiyaçları doğrultusunda tüketim yapmaya çalışıyorlar. İş yerleri sıfır atik konusunda bilgilendirme yapmaya dikkat ediyor, geri dönüşüm teşvik ediliyor, eski monitörler, kâğıtlar, kahve kapsülleri iş yeri sorumluluğunda geri dönüşüme gidiyor.
  • İşte en sevdiğim: marka düşkünlüğü, kim nereye gitmiş, nerden almış, ne kadara almış, aman ne markaymış, yok, ne kadar harika, kimse ne giydiğime, ne taktığıma bakmıyor, makyaj yapmazsan « hasta mısın ? » diyen yok, 5 taşım, 3 taşım yok diye gözlerini deviren yok, hatta kimse pahalı takılar takma peşinde değil, her gün kuaförden çıkmış gibi işe gelen görmedim.
  • Ulaşım Ahmet Bey’in de belirttiği gibi Navigo ile çok kolay şirketler de yari yarıya ücretini ödüyor (daha fazlasını ödeyen de var).
  • Her şirket sunmasa da evden çalışma kolaylığı, esnek mesai saatleri var (bizdeki gibi dışa esnek, fazla mesai seklinde değil – işin bitince gidebilirsin, işini engelleyen bir durum yoksa geç gelip ona göre uygun bir saatte çıkabilirsin).
  • Sürekli grev olur burada, zoru görmeyenler biraz zorlanınca grev yaparlar, ulaşım zorlaşır ama durmaz, işveren greve katıldın diye seni çıkartamaz işten.
  • İki tip kontrat var bildiğim, CDD ve CDI. CDI geçici, CDI kalıcı kontrat.
  • Maaş kişiye özeldir ve herkesle paylaşılmaz. Yıllık zam ya yoktur ya mikroskopla baksan göremezsin ve pazarlık brüt maaş uzerinde yapılır (bu ön bilgi Ahmet Bey’in bana 3 yıl önce verdiği bilgidir, sağ olsun).
  • Sizden iş yerinde ekstra bir özveri beklenmez, sadece işini yapmanı / iyi yapmanı beklerler iş-özel hayat dengeli olmalıdır, kimse mesai saatlerinin esnekliğini veya evden çalışma imkânını kötüye kullanmaz.
  • CE (yeni adıyla CSE) diye mükemmel ötesi bir kurum vardır şirket bünyesinde (genelde çoğu şirkette var), size ucuza sinema, müze, gezi parkı biletleri alma imkânı sunar, kütüphanesi vardır, çocuklar ve büyükler için ludotheque (oyun/oyuncak kütüphanesi) vardır, DVD kütüphanesi vardır, yaz ve kış tatilleri için ucuza kiralık evler sunar, geziler düzenler, şatolara indirim sunar, tamirat için ağır malzemeleri temin eder, Noel’de hediyeler verir; inanılmaz bir lükstür benim için.
  • İş dağılımı adildir genelde, yapamayacağınızdan fazlası verilmez ama olur da verilirse yasal olarak « Hayır » deme hakkiniz vardır ve bu yüzden işveren / müdür size baskı yapamaz, kabul etmek zorundadır.
  • « Çeşitlilik » (diversity) sözde değildir, gerçekten desteklenir. Din, dil, irk, secimler, renkler, zevkler asla tartışılmaz. Yöresel kıyafetleriyle işe gelen birine bön bön bakılmaz, oruç tutan adama “neden” denmez, tutmayana neden denmediği gibi, “neden evlenmedin, çocuk yok mu hâlâ?” gibi soruları sormak ayıptır daha da fazla dışlanmak dahil sonuçları ağır olabilir… Mükemmel bir saygı ve medeniyet örneği, en çok örnek alınması geren şey belki de.

Rumuz: MMA

Paris’te Fransızlar ve farklı diğer milletlerden insanlarla 3 yıl çalışma fırsatım oldu. Çok güzel günlerim geçti. Zorlandığım zamanlar da oldu. Fransızlarda gözlemlediğim, Fransızların en göze çarpan özellikleri politik davranmaları ve sorumluluk almaları gerektiğinde bunu sürece yayıp işleri ertelenecek noktaya getirmeleri. Böylece sorumluluktan kurtulma şanslarının olduğunu düşünüyorlar; bununla birlikte esasen problem ortadan kalkmıyor, sadece taraflar süreçten soğudukları için ilk zamanlardaki ısrarcılıklarını kaybediyorlar. Bu durumda projeler kimi zaman durma noktasına geliyor. Öte yandan bu tip durumlarda herkesin konu hakkında görüş belirtmeye ve söz söylemeye hakkı olması, önemli kararlar verilene değin her bir ilgili tarafın konuşmaya teşvik edilmesi, son olarak, söylenmemiş, telaffuz edilmemiş hiçbir fikrin kalmamasını sağlamaları Fransız iş hayatının takdir edilesi yönüdür.

Burak Küçükak

Herkese Merhabalar,

Paris’te çalışma hayatıyla ilgili genel deneyimlerimi paylaşma fırsatı verdiği için öncelikle sevgili Ahmet’e çok teşekkürler. Ben kendi tecrübelerimden edindiğim kadarıyla dikkat etmeniz veya kaçınmanız gereken konulara şöyle bir dokunmak isterim; detayları “Paris’te Expat Olmak” yazımda çok daha kapsamlı bir şekilde bulabilirsiniz.

Öncelikle çalışan haklarının geniş kapsamlı bir şekilde koruma altında olduğu bir sistemde kendinize yer bulduğunuzu bilmenizi isterim. Tabii kötü niyetli bir yönetici ve/veya kıskanç takım üyeleri ile çevrili iseniz dünyanın hangi ülkesinde, şehrinde, sektör, şirket ve bölümünde çalışıyor olursanız olun her şey ama her şey ziyadesiyle zorlaşacaktır. Bu kapsamda takım arkadaşlarınızın hakkınızda yapacağı paylaşımların iyi olmasını sağlamaya gayret göstermenizi özellikle öneririm.  

Yine bu konuyla bağlantılı olarak sabah saat 10-11 arasında veya akşamüstü saat 16-17 arasında verilen “kahve araları”nın Fransız çalışma hayatındaki öneminin altını çizmek isterim. Özellikle bu kahve aralarına ve kahve aralarında başta tatil planları olmak üzere, farklı konuların şeffaflıkla paylaşılmasına alışmam için bir müddet geçmesi gerekmişti. Tabii bunda da Türkiye’de senede sadece 14-15 iş günü tatilimizin olup, Fransa’da bu rakamın 35 ve üzeri olmasının ayrı bir yeri var. İnsanların kurum, ünvan ve maaş odaklı yaşamadıklarını fark ettiğimde aslında bunları kovalamaktan, nelere dokunmadan yanından geçtiğimize dair derinlemesine düşünme fırsatı yakalamıştım. 

Bunun yanında özel hayata dair farklı konuların uzun süre öncesinden planlanabildiğini görmek beni etkilemişti. Kimseyi özendirmek veya gösteriş yapmak istemem ancak 4 ay öncesinden bilet alıp 1, 2 veya 3 haftalık izinlerin onaylandığını görmek de ayrı bir keyif vermişti. Tabii benim Paris’te ve aynı kurumda ilk çalışmaya başladığım bölümde bunun tam aksini uç noktalarda yaşamış birisi olmamın, bölüm değiştirdikten sonra bu koşulların varlığını keşfetmemin de Paris’te İş Hayatı tecrübemde ayrı bir yeri vardır.

İçinde yer alacağınız bölüm dâhilindeki şartları dikkate almadan genel iş kuralları ile ilgili birkaç yorum yaparak konuyu kapatmak isterim: Birisinden bir konuda yardım istediğinizde öncelikle sözlü lisanla konuyu ayaküstü açmanızı ve daha sonra da mail atmanızı tavsiye ederim. Fransızları oldukça hassas buluyorum, zira attığınız maili direkt mail kutunuzda gördüklerinde (özellikle gün içerisinde genelde karşılaşıyor ve merhabalaşıyor iseniz) hiç beklemeyeceğiniz ve “ben şimdi neyi yanlış yaptım” diyebileceğiniz tarzda tepkilerle karşılaşabilirsiniz. Bir de, aslında anlatırken zor ancak yaparken daha da zorlandığım “iş takibi” konularında sizlere Türkiye’de yaptığımız gibi “aynı gün içerisinde çözme” unsurunu unutmanızı, ancak üzerinden mesela 3 iş günü geçmiş, ancak cevap alamamışsanız tekrar mail ile hatırlatmada bulunmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Tabii bu tespitlerimi asgari değerler olarak alıp her sene sonu, Mart ve Ağustos aylarındaki uzun tatiller ile Mayıs’taki birer günlük resmi tatillerde daha da uzatabilirsiniz. Kısaca, ısrar ederseniz işinizin bitme süresi uzuyor, kara listeye giriyorsunuz 🙂

Unutmadan, ilk başladığınızdaki tanışma faslından sonra çeşitli nedenlerden dolayı birisiyle toplantı yapma fırsatınız olmamışsa ancak illa ki konuşmanız gereken iş odaklı bir konu varsa bu kişiyle öğle yemeği yiyerek hangi konuda konuşmak isterseniz, o konuda alışverişte bulunabilirsiniz. Öğle yemekleri demişken, bu konuda aslında iki ortalı defter kadar bir kitap yazılabilir ancak kahve aralarından sonra en önemli şey öğle yemekleri! Kaçırmamalı hatta bazen sizin insanları organize etmeniz bekleniyor. Yani yok öyle kaytarmak 🙂

Rumuz: Marmota Marmota

Her şeyden önce biraz ön bilgi:

Finans sektöründeyim, müşterilerim uluslararası diğer bankalar, iş arkadaşlarım ise Fransız. Yazacaklarım Paris’te bir Fransız firmasında çalışacaklara yönelik. Yorumlarım uluslararası firmaları ya da buradaki yabancı firmaların temsilciliklerini kapsamamaktadır.

Paris benim yaşadığım dördüncü Avrupa şehri. Londra, Brüksel ve Cenevre sonrası, açık ara en ilginci olduğunu da söyleyebilirim. İlk olarak Stephen Clarke’dan “A Year in Merde” okumanızı öneririm. Ayrıca How to Become Parisian in One Hour tiyatrosunu Paris’te seyredin. Her şeyden önce Fransızlar ne düşünür onu bilin: Parisli iseniz diğer herkes (Fransızlar da dahil) taşralıdır. Fransızsanız ama diğer şehirlerden ya da banliyölerden geldiyseniz de… Niye geldiniz ki sahi? Çoğu Türkiye’de bulunmuş, eğer iyi eğitimli ise, Kapadokya-Efes gibi yerleri görmüştür. Türkiye hakkında fikirleri vardır, genelde iyi fikirler değildir… Görünmese de kast sistemi gibi katı toplum tabakaları vardır. Avam sınıfın, burjuva ve aristokratların okulları da restoranları da mağazaları da farklıdır. Oturdukları yerler bile farklıdır. 6-7-8’inci arrondissement‘da; 15’incide oturanlarla banliyölü bir mi canım, siz de şimdi Allah aşkına :p

Hollandalıların adı çıksa da Fransızlar daha cimridir. Sadece para değil, arkadaşlığa yatırım, vakit harcama vs konusunda da. “Par contre”, gereksiz konuları saatlerce konuşabilirler -sadece tartışmak için- İki bardak şarap ve peynir ile tüm akşamı bir terasta başınız üstteki ısıtmadan pişip, götünüz alttan esen soğukta üşürken, küçük hasır sandalyede rahatsızca «bien sûr» diyerek geçirebilirsiniz.


Peki ya Paris’te İş Hayatı?
 İlk ve en önemli kural: Eğer Fransız şirketindeyseniz Fransızca bilin, bilmiyorsanız öğrenin. Hiyerarşi önemli, altınızı üstünüzü tanıyın, sizli-bizli konuşun. Çat diye laubali olmayın, sonra kafayı arkaya çekip kaşların çatılmasıyla gelen siz (vous) cevabı yiyip şaşırırsınız. Maço kültürünü kabullenin. Güçlü ve yıkılmaz Fransız kadınları büyük şirketlerde önemli yerlerde değil, görün. İş yerinde (hatta her yerde) çok renkli giymeyin, siyah hadi çok maceracı olacağım diyorsanız gri iyidir.

Uzun süren toplantılarda sakin olun, boş konuşmak burada da var, gerekmedikçe gitmeyin hatta. Siz yönetiyorsanız siz konuşun, onlara sadece “evet-hayır” soruları sorun ki konu dağılmasın 🙂 Birisine bir şey yaptırmak istiyorsanız “hayır” cevabına hazır olun. Sakinliğinizi koruyun; kibar ama ısrarlı bir şekilde neden “evet” olması gerektiğini tekrar tekrar da olsa izah edin.

Sabah herkes işe geldikten sonra ve öğle yemeğinden sonra kahve molası veriyorlar, onlara muhakkak gidin. Toplantılarda konuşulmayan ne varsa oralarda konuşuluyor, kaçırmayın. Öğle yemekleri networking aktivitesi, muhakkak birileriyle yiyin.

Rumuz: Deniz

Zor zanaat Fransa’da iş dünyasında olmak.

Sabırlı olacaksın, profesyonel olacaksın, kalıba girmeyi, suyuna gitmeyi ve ağırdan almayı bileceksin 🙂

İlk geldiğim günler ve haftalar rüyada gibi geçmişti ve geriye dönüp baktığımda olan biteni hep nasıl da olumlu yönünden aldığımı unutamıyorum hâlâ. Öğle yemeği için outlook’tan davet göndermek zorunda kalmak bile bir oyun gibi görünmüştü bana. Şimdi öyle bir alıştım ki artık yadırgamak bir yana, telefonda konuştuktan sonra bile ben gönderiyorum daveti unutulmasın diye.

Yabancı olmak Kıta Avrupası’ndaki her ülkede zordur eminim biraz. Açıkça yüzünüze vurulmasa bile, olan bitene olan uzaklığınızdan hep hissedersiniz bir parça yabancı olduğunuzu. Dışlanmak demeyelim ama bazen sohbetin ve paylaşımların dışında kalırsınız doğal olarak. Belki ana diliniz gibi Fransızca konuşsanız bir parça bir şeyler değişebilirdi bilemem ama burada doğup büyümedikten sonra, burada anılar biriktirip buranın kültürüyle, tarihiyle yoğrulmadıktan sonra her konuya hakim olmak tabii ki çok kolay değil.

Dillerine bağlılık konusunda Fransızlar diğer ülkelere göre bir gömlek daha üstünler, sanırım bunu bilmeyen yoktur. Yabancı dillere karşı olan isteksizlikten midir, biraz utangaçlıktan ya da korkudan mıdır nedir ama karşılarındakinin birkaç kelime de olsun Fransızca öğrendiğini anladıkları andan itibaren İngilizceyi hemen bırakırlar. Eğer ilk günden ağırlığınızı koymaz ve bilmediğiniz, anlamadığınız halde Fransızca konuşmaya çalışmakta ısrar ederseniz benim gibi çok hızlı bir adaptasyondan geçersiniz ama arada da çok şeyi kaçırır, kaybedersiniz. Altın bir denge kurmakta fayda olduğunu anladığımda çok geçti benim için ama yeni gelenlere tavsiyem, bulunduğunuz ortama göre değişir tabii ama kendinizi kasmayın o kadar ve eğer bu şansınız varsa, sıkıştığınızda İngilizceye dönüverin. Fransızca pratiğini bırakın kahve sohbetlerine, öğle aralarına.

Hiyerarşi Fransa’da tahmin etmeyeceğim kadar Türkiye’nin 70’li yıllarındaki haline benziyor. Bir sürü ünvan, bir sürü kademe ve bir sürü hiyerarşik adım var. Üstelik amire olan saygı, kararı üstüne bırakma eğilimi, bizdeki o biraz kokuşmuş “patron ne derse o doğrudur” yaklaşımını andırıyor ama tabii çalışacağınız kurumun kültürü, organizasyonun büyüklüğü gibi birçok kriter de rol oynayabilir bunda. Yine de toplantılarda ve ortak paylaşım anlarında insanların çok da rastgele fikirlerini söylemediklerini, sözü üstlerine bıraktıklarını gözlemlerseniz şaşırmayın derim.

Üstüne üstlük bir de -sanırım eğitim sisteminden gelen bir alışkanlıkla- bir uzmanlaşma eğilimi var insanlarda. Öyle “her şeyi yaparım” gibi bir yaklaşım olumludan çok olumsuz bir etki yaratıyor onların üzerinde. Daha çok, belli konularda uzmanlaşıp o işi çok iyi yapmayı önemsiyorlar. Sanırım ne yapabileceğinizi ve ne yapmak istediğinizi dikkatlice seçip buradaki kariyer çizginizi ona göre tanımlamakta fayda var bu yüzden.

Yine eğitim sisteminden kaynaklanıyor olsa gerek herhalde ama bir şey basit ve kolaysa değerli olmuyor burada. Ne kadar kompleks ve ne kadar karışıksa o kadar çok değer kazanıyor. Bu da işinizle ilgili hedeflerinizin, iş tanımınızın belirlenmesinden ücret ve maaş sistemine kadar her şeye yansıyor doğal olarak.

Benzer şekilde günlük iş yaşamında, proje yönetiminde bir işi pratik bir şekilde çözümler üreterek çarçabuk yapıp bitirmek değil, detaylı bir şekilde planlayıp, organize edip, uzunca bir zaman diliminde kalıcı bir şekilde sonlandırmak yeğleniyor. 

İş yerinde iş arkadaşlarıyla ikili ilişkilerden bahsetmek gerekirse, açıkçası bunu ülkeye, milliyete bağlamak çok yanlış. Kişiden kişiye değişen bir olgu bu. Ama bilinmesi gereken şey burada iş yerinde dost edinmek kolay değil. Güvene dayalı çok sağlam dostlukların yeri iş yeri değil. Bu bir tespit değil, aksine herkes tarafından doğru olarak kabul edinilip benimsenmiş bir olgu. Ama şanslıysanız sevimli, tatlı insanlar bulup, esprili hoş sempatik ortamlar yakalama şansınız var. Tabii yine her zamanki gibi biraz beklemek gerekiyor bunun için de. Bir keresinde ben, iş arkadaşlarımla bir türlü çok samimi ve içten olamamaktan yakındığımda bir Fransız arkadaşım “dur bakalım, sen geleli daha 2 yıl bile olmadı” demişti 🙂

İş yerinde ilişkileri zedeleyen sorunlardan biri de dedikodu. Ben şahsen bunun doğu kültürüne has bir hastalık olduğunu sanırdım gelmeden önce hep ama burada bizim iş yeri dedikodularını yolda bırakacak derecede derin konuların konuşulduğunu görünce başkalarının hakkında -ne yalan söyleyeyim- elimi eteğimi çekip biraz uzak kalmaya çalıştım bu tip paylaşımlardan. Ama o zaman da iş yerindeki gelişmelerle ilgili de haber alamama riski var tabii 🙂 

Fransız kültürünü tanıyan bilen insanların çok iyi anlayacağı ve hatta Fransızların da kendilerini öz eleştiri olarak getirdikleri en çarpıcı özelliklerden biri de “şikayetçi kültür”. Hemen her şeyden mutsuz olan, sürekli eleştiren, şikayet eden bu kültürün iş yerinde ast-üst ilişkilerinde ve ekip çalışmalarında ne kadar sıkıntı yaratacağını tahmin edersiniz. Pozitif olmakla ve “Pollyanna gibi” her şeyi olumlu algılamakla suçlandığınızda da nerede hata yaptığınızı düşünmeye başlarsınız!

Ama bunun yanında insanların özel yaşamlarına duyulan saygıyı da es geçmemek gerek. Kimse gelip özel yaşamanızı didiklemez ve siz anlatmadıkça da detayları sorgulayıp sizi kasmaz. Tabii bir yerden sonra insanın dertleşmek istediğinde anlatacak adam bulamaması aşamasına da gelebilecek bir durum bu ama neyse 🙂 

Son olarak bir de değişime duyulan isteğin altını çizmek gerek sanırım. Bir şey uzun süre olduğu gibi kalamıyor burada. Ne projeler ne organizasyonlar ne de sistemler ve yöntemler. Eğer bir şey uzun süre değiştirilmezse sanki eskimiş köhnemiş gibi algılanıyor sanırım ve ne olursa olsun bir yerleri değiştirilmek isteniyor. Değişim güzeldir ve insanı dinamik tutar ama bu değişim süreci zoraki hale gelir ve üstüne üstlük bu değişim sürecinde de sürekli şikayet edilirse tabii dayanılmaz hale gelir! İş yerine uygulayacak olursak bunu, yaptığınız işi uzun süre değiştirmezseniz bu olumsuz bir algı yaratacaktır, buna hazırlıklı olmanız gerekir. Hatta geldiğinizin daha altıncı ayında “eee bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun sen şimdi?” gibi sorularla bile karşılaşmayı göze almalısınız 🙂

Sonuçta kolay hiçbir şey yok, her şey zor ama Fransa’da kendinden taviz vermeden, iş yapış şeklini biraz olsun değiştirmeden, iş arkadaşlarına ve iş hayatına bakışını buraya göre adapte etmeden mutlu olmak ve dolayısıyla başarmak olası değil.

İçinden çıktığınız ve içine düştüğünüz iki kültürün olumlu yanlarını alarak bir sentez oluşturmak fikri kanımca çok doğru bir yol ama bu yolda ilerlerken eğer etrafınızdaki insanları, benimsemediğiniz alışkanlıkları yüzünden eleştirmeye ve adapte olamamış imajını vermeye devam ederseniz, burada tutunmanız kolay olmayacaktır.

Kolay gelsin, ya da yerel değişiyle «bon courage» 🙂

Elisa Colliez (*)

“Paris aşk şehridir” denir, bu doğru olabilir ama iş açısından tam bir cennet olduğu söylenemez. Belki de hep böyle değildi, döneme göre değişir tabii ve biz, tam büyük ve bitmeyecek gibi görünen bir krizin ortasında gibiyiz. Biz derken, benim gibi, 25-30 yaş arasında “genç çalışanlardan” söz ediyorum.

Aslında bizim için başkent olarak Paris’te olmak bir şans: Burada her şey var, herhangi bir alanda her şey bulunabilir, herhangi bir formasyona katılabiliriz. Yine de iş bulmak çok zor ve genç çalışanlar için Paris çok fazla pahalı. Örneğin, sanat tarihi master’ını bitirirken Paris’teki müzelerde iş aradım: Bu alanda yapacak çok şey var, müzelerin de çalışanlara ihtiyacı var ama ya bütçeleri kısıtlı ya da hiç paraları yok. O yüzden müzelerde sadece stajyer olarak çalışmak mümkün oluyor.

Küçük bir şehirde, Lille’de bile ya da Italya’da ayda 400-500 euro ile yaşamak mümkün olabilir ama Paris’te bu rakamlara bir ev bulmak imkansız, yani tek başına olurken zor oluyor, ancak ortak bir ev arkadaşıyla mümkün olabilir.

Ama iş bulduktan sonra, yani uzun süreli kontratlı bir iş, tabii ki Paris’te çalışmak güzel; çünkü başkent olduğu için birçok alanda birbirinden değişik ve ilginç projeler karşınıza çıkabiliyor. Örneğin ben bir dönem Paris’te bir dernek/eğitim merkezinde çalıştım ve benim için bu ilginç bir deneyim oldu. Farklı yerlerden gelen insanlarla çalıştığım için insanlar daha “açık fikirli”, birbirimizden çok şey öğrendik. Aynı zamanda, Paris’te ve Paris çevresinde büyük dernekler, kurumlar, kamu/özel kuruluşlar yoğunluklu olarak bulunuyor. Onlarla çalışmak daha kolay. Bir de bu kuruluşlar diğer bölgelere göre daha “zengin” içerikli olduklarından, çalıştığımız projelerin gerçekleşmesi şansı daha yüksek oluyor 🙂



Sonuç olarak, Paris’te İş Hayatı zor ve çok stresli olabilir ama yine de Paris’te İş Hayatımıza başlamak kariyer ve kişisel açılardan çok güzel bir fırsattır…

Cüneyt Ayral

Fransızlar bizim bürokrasi dediğimiz olgunun yaratıcısıdırlar, ülkede her şey “ne olur ne olmaz” üzerine kurulu bir yazışma düzeni ile belirlenmiştir. Bugün bu kurallar ne kadar geçerlidir ve sistemi ne kadar korumaktadır, bu ciddi bir tartışma konusu olabilir, ancak Fransa’da “ırkçılık” yasak olduğundan bürokrasinin kuralları burada yaşamakta olan herkes için aynıdır, kurallar hiçbir sapma olmadan herkese birebir uygulanır.

Fransa’da ticaret yapacağınız insanların etnik kökenleri ve kültürleri bu nedenle hep önemli olmuştur ancak eğer bir kurumsal yapıyla ticaret yapıyorsanız o zaman sorun yok demektir.

Fransızlarla yaklaşık 30 yıl ticari ilişkilerim oldu. Bunun ilk 20 yılında daha çok onlardan ürün satın alır durumdaydım. Fransızlar mal satmayı pek bilmezler ama iyi mal üretirler, onların ticarethanelerine gittiğinizde bizde olduğu gibi çay kahve ikramı vs pek beklenmez, işlerine odaklıdırlar, kurallarla çalışırlar, güvendikleri alıcılarla çok rahat çalışırlar. Sigorta sistemleri çok geniş ve yaygın olduğu için kendileri risk almazlar, hemen hemen her şeyleri sigortalıdır, bu nedenle de isteyeceğiniz krediler bile sigorta şirketlerince onaylanmak durumundadır, yani eğer sigorta şirketleri sizi uygun bulmuyorsa kredili ticaret yapmanız mümkün olmayabilir.

İkinci dönemde Fransızlara mal satar durumdaydım. O durumda ise her şey daha farklıdır. Eğer kurumlara mal satıyorsanız işiniz kolay, genel olarak 60-90 gün içerisinde satmış olduğunuz ürünün bedelini tahsil edersiniz, yok eğer mağaza bazında mal satıyorsanız o zaman işiniz zor demektir ya alacaklarınızı sigorta ettirip öyle mal satmanız gerekir ya da peşin parayla çalışmanızı öneririm çünkü pek çok mağaza ödemediği zaman tahsilatınız hemen hemen olanaksız gibidir ya da size alacağınızdan daha pahalıya mal olabilir. 

Fransa’da iş yaparken eğer eleman tutacaksanız o zaman ÇOK dikkatli olmanız gerekir, çünkü süresiz sözleşmeyle alacağınız elemanı işten çıkartmanız gerektiğinde bunun hemen hemen olanaksız olduğunu görürsünüz, süreli sözleşmeyle eleman işe aldığınızda da sözleşme süresi sonunda ödemeniz gerekecek olan tatil vs paralarını iyi hesap etmenizi öneriyorum. Küçük işlerde çok güvendiğiniz aile işletmeleri oluşturmanız en doğrusu ve akıllıcasıdır.

Fransa’da iş yapmaya başladığınız gün, daha para kazanmaya başlamadan pek çok zarfı posta kutunuzda bulacaksınız ve içinden pek çok ödeme emri çıkacak. Başta da söylemiş olduğum gibi bürokrasi sizin iş yapmaya başlamanızı belli bir sermayenin sahibi olduğunuz olarak algılar ve hemen çeşitli ödemeleri yapmaya başlamanızı ister, bütün bu ayrıntıları önceden bilip öğrenmenizde yarar vardır. O nedenle uzun yıllar burada yaşamış olan Türk muhasebe bürolarını tercih etmenizi öneriyorum, iyi bir muhasebe bürosu sizi çok rahatlatacak ve yaptığınız işi kolaylaştıracaktır… Paris’te bu konuda çalışmakta olan pek çok muhasebe bürosu vardır. Ayrıca sözleşmelerinizi her zaman bir avukat aracılığıyla yapmanızı ve onun önerilerine kulak vermenizi de öneririm. Fransa, Avrupa’da sosyal hakların en yüksek olduğu ülkedir ve her şey çalışandan yanadır, o nedenle sermayedarın çok dikkatli olmasında yarar vardır.

Rumuz: Charles (*)

Küçük bir şirkette çalışıyorum. Yaklaşık yüz elli insan var.  Her şey dağınık. Ayrı takımların arasında iletişim az. Problem varsa hep başka bir takımın hatasıdır. Başlangıçta o kadar önemli mailler olduğunu öğrendim. Bitirilmiş işler sununca, mailler sözlerinden dikkatleri daha çok çekiyor. İnsan yaptığını diğerlerine söyleyebilir fakat mail atmazsa hiçbir şeyi yapmamış sayılır.

Söylediklerime her zaman dikkat etmem lazım. Meslektaşlarla sohbet ederken bazıları arkadaşça görünüyor ama sonra dediğim her şeyi herkese tekrarlıyor. İşten sonra beraber bir yere gidip bir şeyler içtiğimiz zaman, meslektaşlar sadece iş hakkında konuşuyorlar. Konuyu değiştirmek zor oluyor. Benim için iş sadece para kazanıp yaşamaya yarar.  En derin isteklerime uymaz. Onun için şirkette dostluk kurmak zor. Çoğu zaman bana uzun gelen bir iş gününden sonra içimi temizleyip kim olduğumu hatırlamak için yoga gibi bir fiziksel aktivite yapmaya ihtiyacım var. Yoksa bazen çıldıracak gibi oluyorum.

Aydın Dinç

Paris Dolmuşu projesini hayata geçirmeden önce, yine Paris’te 2004-2009 yılları arasında Omsan Lojistik için çalıştığım dönemde, Fransa’daki tedarikçiler ve müşteriler ile Türkiye’deki tedarikçiler ve müşteriler arasında köprü görevi gören bir pozisyonda çalışıyordum. Bu dönemde yaptığım gözlemlere göre Fransızların 60’larda başlayıp 80’lere kadar devam eden refah dönemine fazla alıştıklarını ve o dönemi sürekli olarak nostaljik bir şekilde andıklarını fark ettim. Özellikle, bulunduğum uluslararası taşımacılık sektöründe AB sınırlarının açılmasının ardından, eski doğu bloğu ülkelerinin taşımacılık şirketlerinin Avrupa’ya hızla yayılıp kök salmasıyla birlikte, Fransa’da büyük bir huzursuzluk başlamış.  Ama buna rağmen Fransızlar halen “biz bu işin en iyisini yaparız, onlar da kimmiş, onlar bizden öğrendi” düşüncesiyle devam ettikleri için pek çok büyük şirket bir bir kapandı. Dışarıdan gelen bir “yabancı”nın asla kendilerinden daha iyi bilemeyeceğini düşündüklerine de pek çok kereler şahit oldum.

Gelişen teknolojiyi iş hayatında kullanmada geri kaldıkları ve sürekli bir kağıt bürokrasisi ile boğuştukları için Fransızlarla çalışmak pek kolay değildir. Zaten uzun dönem kriz süreci sonucunda beyaz yaka olarak çalışmaktan vazgeçip, Paris’te havaalanı transferi ve şehir içi özel şöförlü araç hizmeti olan Paris Dolmuşu’nu kurduk. Fransa’da kendi işini yapmanın özgürlüğü bir yana, çok geçmeden fark ettim ki ben de eleştirdiğim Fransızlar gibi vaktimin büyük çoğunluğunu bürokratik kağıtlar ve yazışmalarla geçirir olmuşum 🙂 Ne yaparsınız, Fransa’da iş yaparken bürokrasinin bu hantal yapısından kurtulmanız mümkün olmuyor…

Ama her şeye rağmen, toplamda yirmi yıldır devam eden Paris maceramı ve bu şehirde yaşıyor olmayı hiçbir şeye değişmem.

GÜNCEL NOT: Aydın Dinç, işi gücü bıraktı, şu an Meksika’da bir adada dalgıçlık hocası olarak çalışıyor 🙂

Evet, böyleyken böyle… Gördüğünüz gibi Paris’te çok farklı kategorilerde çalışan insanların Paris’te İş Hayatı ve Fransa’da Çalışmak konularında düşünceleri genel olarak özetlemiş olduk. Hatta hak geçmesin diye iki de Fransız’ın görüşlerini bu yazıya dahil ettim gördüğünüz gibi. Yazıda (*) ile gösterilenlerin ikisi de Fransız... Metinleri kendi öğrendikleri Türkçeyle yazdıkları için, doğallığını bozmamak adına olduğu gibi aktarmayı uygun gördüm.

Peki ben? Benim durumum hep farklıydı, çünkü Fransa’da çalışma hayatı konusunda hep şanslı oldum… İstanbul’da korkunç yoğun bir iş temposuyla geçen yıllarımdan sonra, kaderin garip cilvesiyle kendimi Paris’te bulduğum günden beri hayat bana güzel yüzünü gösterdi, tek işim Pariste.Net’le ilgilenmek oldu hep. O yüzden ne bir ofisim ne de uymak zorunda olduğum mesai saatlerim vardı. Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz yerdi bazen çalışma mekanım, bazen herhangi başka bir kafe, bazen de evimde oturup yazdım saatlerce; evet evet saatlerce sürüyordu yazmak. Sürekli dışarılardaydım Paris’i daha iyi tanımak, öğrendiklerimi sizlerle aktarmak ve güzel fotoğraflar paylaşmak için. Şimdiyse  Paris-Nice-İstanbul üçgeninde geçiyor hayatım; çalışma tempomu birazcık azaltmayı başarabildim. Yine de o kadar “lay lay lom” bir hayat değil inanın. Gelen sayısız yorum, mail ve mesaja yanıt yazmak, sürekli internetle haşır neşir olmak, sosyal medya hesaplarıyla ilgilenmek, zevk için geziyorken bile “bunu blogda yazmalıyım” diye sürekli iş düşünmek, fotoğraf çekmek, youtube videoları, instagram canlı yayınları, gece vakti gelen bir soruya yanıt bulmak için saatlerce araştırma yapmak ve daha neler neler. Yine de ben sizin için iyi bir örnek değilim Paris’te İş Hayatını anlamak için. İşte yüzden bunca değerli insanı bir araya getirip yazılarını paylaşmak istedim ya zaten. Hayat çizginiz sizi Paris’e getirirse, burada bir işte çalışmanız gerekirse ya da Fransa’nın herhangi bir yeri için tüm bu söylediklerimizle, umarım kafanızda bir fikir oluşturabilmişizdir.

Bu yazıda görüşlerini esirgemeden bizlerle paylaşan herkese çok teşekkür ederim. Oturup onca işin gücün arasında bu kadar şey yazmaları hiç de kolay değil.

Ve tüm bu yazılanları sıkılmadan okuyup ilgiyle takip ettiğiniz için sizlere de ayrıca teşekkür etmek istiyorum tabii… Kendi deneyimlerini paylaşmak isteyen varsa onları da seve seve okuruz tabii…

Hayat paylaştıkça güzel, bilgi paylaşıldıkça değerli.

Güzel günler, mutlu yarınlar dilerim.

Sevgiyle.

 

Ahmet Ore: