X

Grand Lac des Ibis

(Son Güncelleme: 04.03.2024) En çok bahara yakışacağını düşündüğüm halde her seferinde sonbaharda yolumun düştüğü, her gidişimde de kendimi cennetten bir köşede gibi hissettiğim bir yeri tanıtmak istiyorum bu yazıda sizlere: Grand Lac des Ibis (gran lak dezibis ya da gğan lak dezibis).

Paris’in biraz dışında, RER-A ile Champs-Elysées‘ye yaklaşık 20-25 dakika mesafede bulunan bu müthiş yeri biz Paris’e ilk yerleştiğimiz zamanlar, bir kış günü keşfetmiştik. Bir Pazar günüydü, Paris ve çevresini keşif turlarımızdı, şehir merkezine inmek yerine biraz şehir dışında yeni yerler öğrenelim derdindeyik.

La Défense‘tan RER-A‘ya binip batı yönünde ilerleyip, hiçbir nedeni olmaksızın beş durak sonra inip rastgele sokaklarda dolaşıp keşfetmeye başladık. Allahım, o ne güzel evler ne güzel mahallelerdi öyle… Sırça köşkler mi istersiniz, peri padişahının sarayları mı. Üstelik bir kış vakti, doğa ölmüşken, bu kadar huzurlu yaşam alanları nasıl olabiliyordu?

Birbirinden güzel, çoğu eski ama bir o kadar da bakımlı evleri gördükçe İstanbul’da “villa” diye oturulan evlerdeki insanlara acıyor tabii insan biraz… Bu nasıl bir ince detaydır, bu nasıl bir yaşam zevkidir; üstelik yüz yıl öncesinden gelen bir yaşam estetiği, tarih bilinci ve kültürel arka plan…

Bir süre sonra çıkmaz sokaklara girmeye başladıkça artık “Google Maps”e bakmak kaçınılmaz olmuştu. Normalde haritasız, kaybola kaybola şans eseri yeni yerler keşfetmeyi seven biri olsam da geçtiğim yoldan bir daha geçmeyi sevmediğimden çıkmaz sokakların sıklaşması sonucu haritaya bakmak zorunda kaldım. Ve o an ne göreyim? Bulunduğumuz yerin bir arka sokağında bir gölet var! Hemen haritadan o gölün olduğu yere doğru yolu bularak ilerlerdik ve muhteşem bir gölete ulaştık.

Adının Grand Lac des Ibis olduğunu sonradan öğrendiğim bu göletin çevresinde yemyeşil bir alan, sağa sola giden ağaçlıklı yollar ve yine o ağaçlıklı yolların sağında ve solunda sıra sıra dizilmiş ve hiçbiri birbirine benzemeyen muhteşem evler. Benim gibi mimari ve doğa seven biri için burası cennetti.

Tabii biz dolana dolana, kaybola kaybola ilerlediğimiz için yolu epey uzatmıştık; buraya gelmenin çok daha kolay bir yolu olduğunu daha sonra, yazın yaptığımız gezi sırasında keşfettik. Diyelim ki “Şanzelize“den ya da Châtelet – Les Halles‘den RER-A‘ya biniyorsunuz; Saint Germain-en-Laye yönüne giden bir treni beklemelisiniz. Sonra 20-25 dakikalık bir yolculuk sonunda Le Vésinet – Le Pecq istasyonunda indiğinizde birdenbire kendinizi kırlık, bağlık bahçelik bir yerde bulacaksınız.

İndiğiniz trenin gidiş yönüne göre sola doğru yürürseniz hemen küçük bir gölet göreceksiniz, sakın o küçük göleti Grand Lac des Ibis sanmayın. Dilerseniz önce bu küçük cennetin de civarını gezebilirsiniz ama bence doğrudan sağ tarafa doğru yürüyüp geniş çayırlıktan bu gölete, Grand Lac des Ibis’e ulaşmayı deneyin.

Yazın tek sorun, elbette ki buranın daha kalabalık olması. Bense böylesi güzel yerleri kış bile olsa güneşli ve tenha zamanlarda gezmeyi seviyorum. Ne kadar az insan o kadar çok huzur. Üstelik burası sadece doğa da değil; doğanın insan eliyle nasıl bambaşka bir cennete dönüştürülebileceğinin en güzel kanıtı. Sanki en güzel sonbaharda güzelmiş gibi geliyor bana burası.

Dilerseniz gölün ortasındaki İbis Adası’ndaki Pavillon des Ibis’te bir şeyler yiyebilirsiniz. Son derece şık ve bir o kadar da, fiyat olarak ortalamanın üzerinde bir yer burası.

Ondan sonrasıysa sizin keşif ruhunuza kalmış. Kuzey-güney bandının çok dışına çıkmadan, daha çok doğu yönünde ilerlerseniz birbirinden güzel sokaklarda, birbirinden güzel mahallelerde kendinizi kaybedeceğinize emin olabilirsiniz.

Bence istasyondan yukarı yürüyüp göle ulaştıktan sonra en güzeli sol taraftan göletin çevresini dolaşmak, sonra ilk köprüden adaya geçip adayı bir turlamak, ardından diğer köprüden karşıya geçip soldan adanın çevresini ters yönde dolaşmak olacak. Bu tarafta bir de küçük şelale göreceksiniz.

İlk köprüye yeniden ulaştığınızda bu kez karşıdaki sokaktan girerek istasyona doğru yürümeye devam edin; o güzelim evlerin arasında hayallere dalın derim.

Ara sıra karşınıza çıkacak olan küçük küçük göletler ve su kanalları da cabası günün sürprizleri olsun; o sürprizleri Le Vésinet – Le Pecq yazısında ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.

Ben bu zevkin binde birini yaşamak için eskiden, İstanbul’da Tuzla-Mercan’a giderdim de iki sokak gezip gördüm mü kendimi şanslı hissederdim; burası ise başlı başına bir ülke gibi, gez gez bitmiyor.

Batı yönündeyse Saint Germain en Laye diye başka bir muhteşem yer daha var. Orada Arkeoloji Müzesi – Saint Germain en Laye Şatosu ve Saint Germain en Laye Parkı görülmesi gereken yerlerden. Doğu yönünde yürüyebileceğiniz en son nokta Chatou oluyor. Ondan sonra karşınıza Seine Nehri çıkacak.

Dilerseniz dönüş treninize Chatou’dan binebilirsiniz. Bir diğer seçenek de yakınlarda bulunan, Alexandre Dumas’nın müze evi Château de Monte Cristo – Monte Kristo Şatosu‘nu görmek olabilir. Yine de en iyisi bu adacığı ve çevresini gezdikten sonra Le Vésinet – Le Pecq turu yapıp kanallar boyunca yürümek olacaktır bence. Civardaki bir diğer şato ise Malmaison Şatosu – Château de Malmaison; hemen yanında da güzel bir park Bois-Préau var.

Grand Lac des Ibis’e ulaşabileceğiniz Le Vésinet – Le Pecq istasyonu 4. zone’da yer alıyor. Tren biletinizi buna göre almanız gerekiyor. Elbette Paris’e ilk gelişinizse kalkıp buraları görmenize gerek yok ama daha önce Paris’e gelmişseniz, Paris civarında muhteşem yerler görmek istiyorsanız en azından yarım gününüzü böylesi bir yere ayırmanızı öneririm.

Keyifli geziler, keyifli keşifler…

 

 

Adres: 78110 Le Vésinet

Ahmet Ore: