X

Paris’te Fransızca Öğrenmek

(Son Güncelleme: 02.04.2024) Hayatının hiçbir döneminde Fransızca öğrenmek gibi bir merakı olmamış biri olarak, 2012 itibariyle bu dili öğrenmek zorunda kalışım ve sonrasında yaşadığım maceralar trajikomiktir 🙂 İstedim ki Fransızca öğrenmek niyetinde olan ya da yolun yarısına gelip bir türlü ilerleyemediğini düşünen insanlarla deneyimlerimi ve bildiklerimi paylaşayım, onlar için hayat biraz daha kolay oluversin.

Tabii ki oturup “Fransızca nedir, nasıl öğrenilir?” diye bir yazı yazmaya kalkışacak değilim. “Paris’te en iyi kurs hangisidir, öğrenci vizesi nasıl alınır?” gibi sorulara da yanıt vermeme gerek yok; bu konuda size yardımcı olacak tonla site var zaten.

Benim amacım kendi deneyimlerimle nasıl ilerlediğimi anlatmak, anlatırken de sizinle benim aramda kesişen noktaları; karşılaştığım sorunları ve bulduğum çözüm yollarını paylaşmak. Paris’e yerleşeceğim belli olduğunda artık Fransızca öğrenmek de kaçınılmaz oldu haliyle ve başımdan aşağı kaynar sular indi 🙂

Ben ki 2011 yılında Kanada oturma ve çalışma iznim çıkınca, Montreal’de yaşayan, çok sevdiğimiz arkadaşlarımız bizi orada yaşamaya davet ettikleri halde, “iki cihan bir araya gelse Fransızca konuşulan bir yerde yaşamam” demiş, oyumu Toronto’dan yana kullanmıştım 🙂 Sonra o oldu, bu oldu, şu oldu ve kendimi Paris’te “Fransızca konuşulan bir ülkenin tam göbeğinde” bulmuş oldum 🙂

Paris’e yerleşmeden bir ay önce, Şubat 2012’nin karlı bir İstanbul sabahı Koşuyolu’ndaki evimizde, Paris’e taşınacak koltuklarımız tamire gittiği için bomboş bir salonda masayı cam kenarına çekip Fransızca öğrenmek için ilk kez çalışmaya başladım! “15 Dakikada Fransızca” diye basit ama bir o kadar da zevkli bir kitabı elime geçirmiş, cd’sinden mp3 yapıp tekrar tekrar dinlemeye başlamıştım. Elbette ki benim gibi her şeyi ıncığı cıncığına nedenleriyle birlikte öğrenme takıntısı olan biri için yeterli değildi ama başlamak için fena bir adım da olmadı hani. En azından bu dili öğrenmeye gerçekten başladığım zaman başıma neler geleceğine dair bir fikrim oldu; gözüm daha bir güzel korktu 🙂

Sonra Mart 2012 itibariyle Paris’e yerleşildi, o zaman için oturma iznim hazır olmadığı için “belki izin çıkmaz da Kanada’ya giderim, boşu boşuna Fransızca öğrenmekle vakit kaybetmeyeyim” diye epey bir direndim ama sonunda oturma izni de çıkınca el mecbur tez zamanda Fransızca öğrenmek için bir kursa başlamak zorunda kaldım 🙂 Aslında ilk dört ay İngilizce ile gayet güzel idare ettim. Siz inanmayın “Fransızlar İngilizce konuşmazlar” diyenlere; bileni gayet güzel konuşuyor, konuşamayan da yanlış yapmaktan korktuğu için konuşamıyor 🙂 Kurslar korkunç pahalıydı. Alliance Française almış başını gitmiş, herkesin söylediği Sorbonne kursları desen, keza onlar da öyle. Benim Fransızca öğrenmek için daha uzun vaktim vardı, sadece hızlı bir başlangıç yapıp sonra yavaş yavaş, sindire sindire ilerlemem gerekiyordu ve bütçem de limitsiz değildi.

Kazara o esnada Campus Langues diye bir kurs keşfettim. Kursun merkezi 19. arrondissement‘da biraz sevimsiz bir yerdeydi ama neyse ki yaz boyunca La Défense’taki yerlerinde ders vereceklerini öğrendim ve 8 hafta süren, haftada 5 gün, günde 4 saatlik bir programa kaydoldum. Yanlış hatırlamıyorsam bu program için toplam 800 euro ödemiştim ki bu para o zaman Paris’te Fransızca öğrenmek için bu şartlarda bulabildiğim en en en makul fiyattı. Üstelik kursun binası La Défense‘taki Grande Arche‘ın hemen yanındaydı, pencereden bakınca Grande Arche’ı görüyordum ki bu benim için ayrıca önemliydi ki onun hikayesini bu linkteki yazıda anlatmıştım zaten.

Temmuz 2012 itibariyle Campus Languestaki kursuma başlayarak Fransızca öğrenmek için ilk ciddi adımı atmış oldum. Ne şanstır ki orada, hayatımdaki en muhteşem hocaya rastladım. Laura diye bir kızcağız, nasıl tatlı, nasıl tatlı, tek kelime Fransızca bilmeyen bizlere sıfırdan dil öğretti resmen. Tam bir animatör gibi, tiyatro oynar gibi şekilden şekile giriyordu anlatırken; hem çok eğleniyorduk, hem de çok hızlı öğreniyorduk. Çok çok sıkışmadıkça bizimle İngilizce ve İspanyolca konuşmuyordu. Kursta çok eğleniyorduk; hem yeniden öğrenci olmanın verdiği haz, hem dünyanın dört bir yanından gelmiş, herbiri birbirinden farklı kültürlerle harmanlanmış ama özünde yaşama derdinde olan bir sürü arkadaşla olmanın verdiği zenginlikle halimden çok memnundum.

Laura da ortamı şenlendirmek için elinden geleni yapıyordu; bir kişi bile anlamazsa konuyu geçmiyor, herkesin anladığına ikna olduğunda ancak o zaman başka bir konuyu anlatıyordu. Bir keresinde Fransızcada giysiler ve aksesuarlar konusunu öğrenecektik; bizden defile yapmamızı istedi, kimisi olabildiğince şık giyinecek, kimisi de komik komik şeyler giyip sınıfa gelecekti. Misal o gün ben karalar giyip “podyum”a çıktım, İtalyan arkadaşım da defilemi sundu 🙂 O günün anısı olan yukarıdaki videoyu şimdi izliyorum da Fransızcamız ne berbatmış 🙂 Ama o zaman yolun çok başındaydık tabii…

Tabii ilk başlarda teneffüslerde ya da kurs sonrası arkadaşlarla İngilizce konuşuyorduk, o kadar ki dünyanın dört bir yanından arkadaşlarım olduğu gibi elbette İngiltere ve Avusturalya’dan da arkadaşlarım oldu, en çok da onlarla rahat bir şekilde konuşabildiğimi görmek beni mutlu etti; zira şaka maka İngilizcem Fransa’da gelişmiş oldu 🙂 Bir tek Hintli bir arkadaş vardı, onun dediklerini anlamıyordum; bir gün Avusturalyalı arkadaşın da Hintli arkadaşın İngilizcesini anlamadığını öğrendiğim zaman içim rahatlamıştı 🙂

Kurs çıkışı pek bir şey yapmıyorduk, nadiren bir yerde oturup yemek filan yesek de herkes dağılıp bir yerlere gidiyordu, ben de 4 saatlik kurs sonrası eve dönüp her gün 4 saat Fransızca tekrar yapıyordum. Resmen psikopata bağladım ama böyle böyle çok hızlı bir ilerleme sağladım 🙂 Tabii ki zaman zaman yılgınlıklar, zaman zaman bıkkınlıklar, zaman zaman da pes edişler yaşadım. “Yok” dedim “olmayacak bu iş” ama oldu işte; yani hiçbir zaman “oldu” diyemem de yavaş yavaş oluyor bir şeyler.

Kursumuz iyiydi güzeldi de, ikinci ayın sonunda hem bütçesel nedenlerle, hem de kursun artık 19. arrondissement‘daki yerde devam edecek olması nedeniyle Campus Langues‘ta kayıt yenilemesi yapmadım. Zaten Laura da hocalıktan ayrılıyordu, Madagaskar’a dalgıçlık eğitimi almaya gidecekti 🙂

İnternetten, belediyenin kursları olduğunu öğrendim ve bunları araştırdım. Bir baktım ki bizim mahalledeki kurs Eylülde başlıyor, hemen gidip kaydoldum. Gerçi haftada 2 gün x 1,5 saatti ama olsun; zaten bundan sonrası için “intensive” kurs almak çok doğru olmayacaktı, zira artık öğrendiğim şeyleri sindire sindire ilerlemek için zamana ihtiyacım vardı. Üstelik belediyenin kursu için 1 yıl boyunca ödenecek toplam ücret sadece 250 euro‘ydu!… Bu kurslara gitmek için bağlı bulunduğunuz belediyeleri araştırmanız gerekiyor.

Eylül 2012’de kurs başladı; Çek asıllı Fransız hocamız Nadja’ya alışmak başlarda zor oldu. Zaten Laura gibi muhteşem bir hocadan sonra hangi hocayla devam ederseniz edin zor olacaktı. Zira Avusturalyalı arkadaşım Rosanna, Campus Langues’ın 19. arrondissement‘daki kursuna devam etme kararı almıştı ama o da halinden hiç memnun değildi. Neyse ki ben yavaş yavaş Nadja’nın tarzına alıştım ve ortamı sevmeye başladım ama Rosanna kursu bıraktı. Benden kursta öğrendiklerimi ona anlatmamı rica etti ve bu şekilde biz haftada bir gün buluşup ders çalışmaya başladık. Öyle ki, Fransızca öğrenmek bir yana, Avusturalyalı birine İngilizce olarak Fransızca ders vermeye başlamış oldum bu sayede 🙂 Hayat ne enteresan…

Her şey iyiydi hoştu, epey de ilerlemiştim, söylenilenlerin de çoğunu anlıyordum ama bir türlü dilim çözülmemişti. Ben cümleleri kafamda kurup konuşmaya başlayana kadar ya konu geçiyordu ya da ben zaten hiç cesaret edemiyordum. İnsan dil öğrenirken kendini de keşfediyor; örneğin ben Fransızca öğrenirken ne kadar mükemmeliyetçi biri olduğumu fark ettim. Kuracağım cümlede bir hata olduğunu fark ediyor, oraya takıldığım için de söylemek istediğimi hiç söyleyemiyordum 🙂 Bu çok büyük bir hataydı ve bu kusuru düzeltmenin yolu bana göre özel ders almaktı…

Fransızca öğrenmek için, daha doğrusu Fransızcamı geliştirmek için internetten epey bir özel ders seçeneğine bakındım; elbette ki çok pahalıydı; yani en az 100 saatlik bire bir eğitime ihtiyacım olduğunu düşünüyordum ve bunun bütçesi en az 2.000 euro civarındaydı. Tabii ki böyle bir şeye kalkışmadım.

Bir yandan kendi kendime çalışmaya devam ediyordum ama benim gibi en önemli işlerini internet sayesinde halleden biri elbette ki buna da bir çözüm bulmalıydı. Bir heves internete girip “language exchange” yani dil değişimi sitelerine baktım ve şu üç siteye kaydoldum:

Örneğin Fransızca öğrenmek ya da Fransızcasını ilerletmek isteyen biri olarak bu sitelere üye oluyorsunuz, Türkçe öğrenmek isteyen Fransızlarla tanışıyorsunuz. Dilerseniz sadece internet üzerinden, dilersen de yüz yüze görüşüp pratik yapma şansınız oluyor haliyle. Yani bir nevi bedava özel ders verme karşılığında bedava özel ders alma fırsatı; müthiş bir çözüm!

Benim amacım yüz yüze iletişim kuracağım insanlar bulmaktı; hem dil pratiği yapmış olacak hem de yeni arkadaşlıklar kurma şansı yakalayacaktım. Tabii ki ben yine şanslıydım. Kasım 2012’de, Odéon‘daki Starbucks’ta Elisa ile tanıştım ilk. Allahım bir insan bu kadar mı tatlı olur? Elisa o zamanlar Osmanlı sanat tarihi üzerine eğitim yapmayı planlıyordu ve İstanbul’da okumak için bir yıldır öğrendiği Türkçesini geliştirmek istiyordu. Yani gayet yeterli bir grameri vardı ama konuşamıyordu… Onunla haftada iki gün üçer saat buluştuk ve saatlerce sohbet edip ders çalıştık. Zaten bana Paris’teki Starbucks‘ları sevdiren öncelikle Elisa’dır; ona sorsanız o da benim yüzümden Starbucks’lara gider olmuş 🙂

Şanslı olmamın nedeni sadece Elisa’nın çok iyi biri olması değil, aynı zamanda konuşacak pek çok ortak değerimizin ve konumuzun olmasıydı. Sanat tarihi okuyan bir Fransızla hem Türkçe hem Fransızca sanattan, edebiyattan, dinden, sosyolojiden, felsefeden, yani hayattan konuşmak benim için çölde su kuyusu bulmak gibi bir şey oldu. O yüzden bazen sohbete dalıp okulumuzu/kursumuzu kaçırdığımız bile oldu. Elisa işe başladıktan sonra onunla düzenli olarak görüşemesek de ilk fırsatta görüşüp sohbet etmeye, ortak bir şeyler yapmaya devam ettik. Hatta gün geldi, şirketlerimizi bile aynı gün kurduk birlikte 🙂

“Exchange” işine başladığım ilk dönemde başka arkadaşlarla da tanıştım; ağır solcu olduğunu sonradan anladığım Fanny’yle ilk buluşmamız bir kış günü Antipode‘da olmuştu ve çok üşümüştüm 🙂 Bir sonraki görüşmemiz için “Starbucks‘ta buluşalım mı?” diye sorduğumda beni defterden sildi sanırım 🙂 Yine de iyi kızdı sağ olsun, ondan çok şey öğrendim yaptığımız birkaç derste.

Catherine vardı sonra, o da Türk sevgilisi yüzü suyu hürmetine Türkçe öğrenmek istiyordu. O da bana tek kelime Türkçe bilmeyen bir Fransız’a İngilizce ve Fransızca olarak Türkçe öğretme imkanı verdi 🙂 Aklım karmakarışık oluyordu öğretmeye çalışırken ama böyle böyle ben de Fransızcada epey ilerledim. Sonra Catherine sevgilisinden ayrılınca Türkçe öğrenme hayali de sönüp gitti…

Sonra bizim deli Roger ile tanıştım; şaşkın, tutturmuş Gaziantep’e yerleşeceğim diye 🙂 Birkaç hafta da onunla ders çalıştık, sonra kalktı Gaziantep’e yerleşti. Şimdi ne yer ne içer bilmem 🙂

Brezilya kökenli arkadaşım Domingos ile tanıştım sonra, böyle kocaman bir adam, zenci, nasıl sevimli, nasıl tatlı bir insandı. Son derece doğal, son derece içten. Böyle biraz sokak ağzı ile öğrenmiş Türkçe’yi, bana iyice tuhaf geliyor ama o koca cüssesine o çocukça konuşması o kadar yakışıyordu ki, ses edemiyordum; benim gibi İstanbul Türkçesi konuşmaya özen gösteren biri için son derece zorlayıcı ama onunla konuştuğum Fransızca da bir o kadar eğiticiydi ki. Bir ara eğitim için başka bir şehire gidip ortalıktan kayboldu…

Marine’im vardı bir ara; aktris, çatlak kiremit; nasıl güzel bir kız; böyle Amélie filminden fırlamış gibi; sinema oyuncusu zaten; eminim yakında çok ünlü bir yıldız olacak. Onunla buluştuk uzunca bir dönem. Sonra Feriel’im vardı; Cezayir kökenli bir kızımız. Fransızcası şahaneydi, bilgisayarcı, epey de aklı başında. Parklarda bahçelerde buluşup saatlerce oturup konuşmayı seviyorduk.

Bu siteler sayesinde tanıdığım diğer iki arkadaşım da Fabrice ve Charles oldu. Fabrice hukukçu, Trabzonsporlu 🙂 Charles mühendis, bisikletçi. Charles’ın hayali bisikletle Türkiye’ye gitmekti, kalktı gitti 🙂 Hızını alamayıp Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, İran filan dolaşıp 16 ay sonra geri geldi 🙂

Vincent ise mükemmel Türkçesi’ne rağmen ısrarla Türkçesi’ni ilerletmeye çalışıyordu; onunla buluşmalarımız hep zararıma oldu, çünkü ben işin kolayına kaçıp hep Türkçe konuşmaya kayıyordum 🙂 Bir de dört yıldan uzun süre düzenli olarak görüştüğüm Franz vardı. İletişim mühendisi, ikiz çocuk babası ama haylaz çocuk kıvamında bir arkadaş. Onunla her Çarşamba öğlenleri yemek yerdik Choiseul Pasajı‘nda.

Böyleyken böyle işte; insanların “birilerini ayartmak” için kullanmaya meyilli olduğu bu tür siteleri ben Fransızca pratiği yapacağım güzel insanlar bulmak için kullandım hep. Bir kere bile kötü biri ile karşılaşmadım. Herkese tavsiye ederim. Aşağıdaki videoda da Vincent ile Türkçe ve Fransızca üzerinden Yabancı Dil Öğrenmek üzerine ipuçlarını konuştuğumuz; Fransa ve Fransızlar, Türkiye ve Türkler hakkında yaptığımız keyifli sohbeti izleyebilirsiniz:

Fransızca öğrenmeye başladıktan yaklaşık bir yıl sonra ilk kitabımı okumaya başladım. Böyle elime kitabı, kalemi, defteri, sözlüğü filan alıp, notlar ala ala, her satırı anlaya anlaya okumaya başladım hem de. Başlarda işkence gibiydi; hani böyle ayaklarını koltuğa uzatıp, hele benim gibi toplu taşıma araçlarında okumayı seven biriyseniz bir otobüse atlayıp elimde kitap öyle satır satır hayallere dalmayı ben de isterdim ama dil öğrenmenin en iyi yöntemlerinden biri böyle tam teçhizatlı okumalar. Hâlâ da okuyorum; çok işe yarıyor; insanın kelime dünyası ve zihni zenginleşiyor. Aldığım notları boş vakitlerimde, metroda otobüste filan sık sık okuyup tekrar etmeye çalışıyorum; iyi geliyor.

Bir süre Facebook‘tan da, Twitter‘dan da, Ekşi Sözlük‘ten de uzak kaldım dil öğrenmek adına. Çünkü bu tür sosyal medya araçları Fransızca düşünmeme engel oluyordu. Oysa ki benim zihin dünyamı Fransızca kurgulamaya ihtiyacım vardı. Bir süre sonra, hele ki kitap okumaya başladıktan sonra bunun olmaya başladığını fark ettim, mutlu oldum.

Aslında bu bloga çok daha önce başlamak niyetindeydim ama hep aynı kaygıyla erteledim. Hâlâ da ufak bir pişmanlık var içimde. Şu an Fransızca ile ilgilenmem gerekirken oturmuş burada saatlerdir, Türkçe olarak bunları yazıyorum, iyi mi ediyorum bilmiyorum ama gerçekten paylaşmayı seviyorum; oturup uzun uzun yazmalarım bundan; birilerinin işine yarasın diye…

Campus Langues’ın ardından devam ettiğim Nadja’nın kursuna iki yıl gittim, bir ara üç kursa birden giderek olayı iyice abarttım. Hem ileri seviye kurs alıyordum, hem geçen yılki kurları başka bir hocamızdan (Anne) alıyordum hem de yazım kurslarına (Madame Béatrice) katılıyordum. Son olarak da bir derneğin konuşma kurslarına (Bernard) katıldım. Her zaman kurs çıkışı arkadaşlarla buluşup sohbet etmenin, birlikte bir şeyler yapmanın yollarını aradım, çoğu zaman da işe yaradı…

Bu saydığım kurslardan Nadja ve Anne’ın belediye kursları için yıllık 200-250 euro, Madame Béatrice ve Bernard’ın dernek kursları içinse yıllık sadece 30 euro (evet, yazıyla otuz euro) ödedim! Siz yeter ki bu yola bir çıkın, fırsatlar önünüze seriliveriyor. Bunun için yaşadığınız mahalledeki belediyenin “centre culturel”ine ve varsa “association”lara bakabilirsiniz. Özellikle belediye kursları için bağlı bulunduğunuz belediyeye başvurmanız önemli…

Bense 2016 itibariyle kurslara gitmeye son verdim. Sadece günlük hayatıma devam ederek, bol bol da kitap okuyarak devam ediyorum bu yolculuğuma. Belki de bir “Fransızca okunacak kitaplar tavsiye listesi” hazırlasam iyi olacak ama şimdilik Riad Sattouf’un altı kitaplık L’Arabe du Futur‘ünü şiddetle tavsiye ederim. Hem BD (bande dessinnée – çizgi roman) hem de konu ve içerik olarak çok özel.

Televizyon izlemeyi çok sevmeyen biri olarak hem dil gelişimi hem de yaşam kültürünü tanımak adına Paris’e yerleştikten sonra Fransız televizyonları izlemeye başladım. TV5 Monde’dan çok Arté izliyorum. Radyo olarak da France Inter’i ve özellikle de sabahları France Bleu Paris‘yi tavsiye ederim. Radyo kesinlikle çok daha etkili. Televizyonda ise en sevdiğim yapım, insanı baştan çıkaran gezi programı “Echappées Belles“; France 5 televizyonunda yayınlanıyor.

Fransızca şarkı dinlemek de belli bir kulak dolgunluğu yaratmada etkili olabilir; hatta hiç fark etmeden aksan kazanmanıza bile yardımcı olacaktır. Benim Spotify’de oluşturduğum Fransızca Şarkılar diye bir listem var, dilerseniz bu linkteki şarkı listemi dinleyerek başlayabilirsiniz…

Benim Fransızca öğrenmekle ilgili yolculuğum bu şekilde. Elbette unuttuğum, atladığım şeyler olmuştur ama şu an geldiğim nokta bu. Hiçbir zaman ana dilim gibi konuşamayacağımı bilmenin sıkıntısı dışında o kadar da umutsuz değilim. Kimileri bir sürü dili “biliyorum” diye ortalıkta gezinirler. Bizim gibilerse ana dillerinde kurduğu kelime oyunlu, binbir türlü dolambaçlı cümleleri öğrendikleri dilde kuramadıkları sürece o dili öğrenmiş olduklarını söyleyemezler. O yüzden diyorum “daha kırk fırın ekmek yemem lazım” diye. Yoksa günlük hayatı sürdürecek Fransızca çoktan oldu, mesela şimdi İngilizce’yi neredeyse hiç kullanmıyoruz, hatta ana dili İngilizce olan arkadaşlarıma bile İngilizce konuşmayı yasakladım, aramızda sadece Fransızca konuşuyoruz; resmen asimile ediyorum onları 🙂

Fransızca’ya artık eskisi kadar soğuk bakmıyorum 🙂 Gerçi Allah kimseyi bu dili öğrenmek zorunda bırakmasın 🙂 ama kader başka bir şekilde bana yol çizip, dünyada daha az konuşulan bir dili öğrenmek zorunda da kalabilirdim. En azından “Fransızca ileride başka bir şekilde de işime yarayabilir” diye düşünüp kendimi avutuyorum 🙂

Benim Fransızca ile ilgili şöyle bir fantezim var; bir gün Fransa vatandaşı olursam siyasete girip milletvekili filan olacağım, sonra Eğitim-Kültür artık hangisi gerekiyorsa onun bakanı olup Fransızca’daki bu “maskülen feminen” ayrımı yanında daha pek çok saçmalığa bir çözüm bulacağım 🙂 Ben yandım, bari başkaları yanmasın; az daha dayanın siz 🙂

Onu bunu bırakın da, dil öğrenmek güzel şey; en az bir dili mutlaka, ikincisini de ilk fırsatta öğrenin derim. Üç ya da daha fazla yabancı dil bilenlerin önündeyse saygıyla eğilirim.

 

 

 

Ahmet Ore: